56.MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI
Bu yıl 56’ncısı düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı, bölgesel, küresel ve jeopolitik bağlamda ülkeler arasındaki sarsıntıların derinleştiği bir dönemde düzenlendi. Mevcut sorunların çözümüne hizmet etmesi veya yol göstermesi gereken konferans, daha çok halihazırda süren çatışmaların derinliğini ortaya koyarak aynı zamanda gelecek dönemlerde meydana gelebilecek gerilim alanlarına da işaret etti.
Konferans öncesi yayınlanan raporda en çok dikkat çeken nokta olan “Westlessness” kavramı aynı zamanda konferansın temel konularından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Batılı temsilcilerin üzerinde durduğu bu kavram öz ifadeyle Kuzey Atlantik İttifakı’nda özellikle NATO bünyesinde yaşanan sorunlardan dolayı ortaya çıkan derin ayrılığa değinmek için bu konferansta servis edildi. Aslına bakacak olursak geçtiğimiz yıllarda başlayan bir ABD-AB-NATO eksen kaymasının sonucu olarak bugün karşımıza çıkan Westlessness teriminin altında yatan anlam derinliğini daha net anlayabiliriz. Geçtiğimiz yıllarda Fransa ve Almanya’nın önderliğinde geliştirilen NATO’ya alternatif PESCO fikrinin devamında karşımıza çıkan ABD-AB çekişmesi, kutuplaşması ve düşünsel ayrılıkları; bugün Münih Güvenlik Konferansında Westlessness kavramı olarak karşımıza çıkıyor diyebiliriz (Young, 2020).
Westlessness kavramını özellikle dikte eden ve üzerinde yoğun bir açıklama yapma gereği duyan Almanya Cumhurbaşkanı Frank Steinmeier’e göre Trump başkanlığında Amerika’nın yürüttüğü politikaların barışa katkı sağlamak veya barış inşa etmek rolünden saptığı ve bu doğrultuda Batı dünyasının küresel ölçekte gücünün ve saygınlığının azaldığı görülmektedir. Öte yandan Avrupa’nın kendi iç sorunları ile boğulduğunu, yakın gelecekte meydana gelebilecek küresel problemlerin de Avrupa’yı yakından ilgilendireceğine değinen Steinmeier, Avrupa’nın bunlara karşı yeterince hazır olmadığını bu konferansta belirterek ABD ile AB politikalarının çatıştığı noktaları belirtmiş oldu. Ayrıca konferansın dikkat çeken bir diğer noktası da Birleşmiş Milletler’in hükmünü giderek yitirdiğinin ve Büyük Güçler Mücadelesinin dünya siyasetine geri dönmüş olduğunun vurgulanmasıydı (Kancı, 2020).
Avrupa’nın Westlessness kavramına bakış açısının detaylı bir şekilde anlatan AB yetkililerine karşı Pompeo, Batı’nın hala birlikte ve güçlü olduğunu savunarak endişe edilmesi gereken noktaların enerji, teknoloji ve güvenlik bağlamında Rusya, Çin ve İran olduğunu belirtti. Pompeo’ya göre Rusya, enerji politikaları ve dezenformasyon ile Batı dünyasındaki müttefikleri birbirine düşürüyor. Öte yandan Çin ise, özellikle 5G teknolojisi ve Huawei ürünlerini Batı’ya karşı bir “Truva Atı” olarak kullanıyor. Son olarak İran’a gelindiğinde ise özellikle siber bir güç olarak nitelendirilen İran’ın bu bağlamda Batı müttefikliği için bir tehdit olduğunun altını çizilmiş ve yeni dönemde bu tehditler karşısında ABD-AB iş birliğinin önemli olduğu ortaya koyulmuştur (Kancı, 2020).
Konferansın diğer bir önemli konusu da Pompeo’nun yeniden gündeme getirdiği Üç Deniz İnisiyatifi projesinin yakın gelecekte geliştirilmesi ve hayata geçirilmesi fikriydi. Peki nedir bu Üç Deniz İnisiyatifi? Temel olarak Baltık Denizi, Adriyatik Denizi ve Karadeniz olmak üzere üç denizin arasında kalan kara parçasındaki etkinliğin/etkileşimin arttırılması ve bunun akabinde aynı etkinliğin söz konusu denizlere de yansıması şeklinde tasarlanan bu proje ana hedef olarak Rusya-AB ilişkilerini ve Çin-AB ilişkilerini kontrol altında tutabilmek için hazırlanmış bir proje olarak karşımıza çıkıyor. ABD’nin Enerji Alanındaki Marshall Planı olarak adlandırılan bu projede esas amaç, belirtilen bölgede hakimiyet oranını arttırarak önce Rusya’nın AB üzerindeki enerji politikalarını kontrol altında tutabilmek ve bunun yanı sıra ‘Bir Kuşak Bir Yol’ projesinin AB topraklarında son bulan deniz yolunda hakimiyet kurarak Çin’i de baskı altına almak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Değerlendirme
Konferans, genel itibariyle dünya gündeminde yer alınmasına müsaade gösterilmeyen ABD-AB ittifakı arasındaki çatlakları ön plana çıkarmış ve Avro-Atlantik politikalarının yakın gelecekte farklı istikametlerde farklı amaçlar doğrultusunda oluşturulacağı izlenimini uyandırmıştır. Şüphesiz, ABD-AB ilişkilerinin hassaslaştığı son dönemde özellikle Fransa ve Almanya gibi birliğin lokomotifi sayılan ülkeler; ABD’nin Avrupa’nın geleceğini, çıkarlarını ve güvenliğini hiçe sayan veya en iyi ihtimalle zora sokan politikaları ve NATO’nun geleceği gibi konuları eleştirmeye başlamışlardır. Bu durum gerek NATO’nun ‘70. Liderler Zirvesi’ öncesi gerekse Münih Güvenlik Konferansında açıkça görülür olmuştur. Haliyle ortaya çıkan durumu da Westlessness kavramı ile gündeme getiren yetkililerin AB’nin dış politikada veya güvenlikte ABD ile birebir aynı adımları izlemek istemediği sonucunu ortaya çıkarmış oldu.
Duruma ABD tarafından bakacak olursak, Pompeo’nun yaptığı açıklamalar neticesinde AB-ABD ortaklığında herhangi bir çatlak söz konusu olamayacağı gibi, tarafların gerek bölgesel gerekse küresel çıkarları bağlamında bir birilerinden bağımsız politikalar güdemeyeceklerinin; çünkü Avro-Atlantik ittifakının bir alternatifinin olmadığının vurgulandığı anlaşılmıştır. Özellikle Çin, Rusya ve İran’ı engellemek ve baskı altına almak için AB ile yollarının ayrılamayacağı kanaatinde olan ABD yetkililerinin, ‘AB’nin yol ayrımı veya çıkar çatışması’ söylemlerine rağmen özellikle “Üç Deniz İnisiyatifi” projesi ile bazı AB ülkelerine desteği arttırarak ortaya çıkan bu ayrılık görüşünün üzerini kapatma çabası içerisinde bulunduklarını söylememiz mümkündür.
Konferansın ortaya koymuş olduğu bir diğer dikkat çekici husus ise Uluslararası Kriz Grubu’nun değerlendirmeleri sonucunda ortaya çıkan, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde izlenmesi ve yakından takip edilmesi gereken on bölgenin (Afganistan, Yemen, Etiyopya, Burkina Faso, Libya, Keşmir, Venezuela, Ukrayna, ABD-Kuzey Kore ve İran Körfez Bölgesi ABD-İran-İsrail) içerisinde Suriye ve Irak’a yer verilmemiş olmasıdır.
Aslında dünyanın mevcut güvenlik sorunlarına etkili reçeteler sunmaktan ziyade Avro-Atlantik ittifakını sallayan fay hatlarının dondurulmasına yönelik çalışmaların ön plana çıktığı ve buna ek olarak büyük güçlerin dünya üzerinde birbirlerine karşı engelleme stratejilerinin somut bir şekilde masaya yatırıldığı bir konferans olarak geride kalan 56. Münih Güvenlik Konferansının diğer birçok konuda olduğu gibi özellikle Türkiye ve çevresindeki sorunlara karşı getirilecek önlem ve çözümler açısından da eksik kalan bir toplantı olduğunu belirtmek mümkündür. Öte yandan katılımcıların sadece siyasetçiler olmadığı aynı zamanda büyük iş adamlarının ve özellikle silah endüstrisinde faaliyet gösteren küresel şirketlerin de katılım sağlamış olduğu bu etkinliğin belki de küresel silah pazarında değişen dengelerin ele alınması bağlamında önemli bir buluşma noktasını olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak; özellikle önümüzdeki dönemlerde yakından takip edilmesi gereken muhtemel çatışma alanlarına ve denizlerde artması muhtemel çıkar çatışmalarına çözüm üretememiş kısır bir konferans olarak belirtilse de Münih Güvenlik Konferansının bir araya getirdiği kitleler ve sermaye grupları bize bu ve benzeri konferansların asıl amaçları hakkında bazı ip uçları vermektedir.
Kaynakça
Young, S. (2020, Şubat 14). Erişim adresi: https://www.dw.com/tr/m%C3%BCnih-g%C3%BCvenlik-konferans%C4%B1-ba%C5%9Fl%C4%B1yor-ne-olacak-bat%C4%B1n%C4%B1n-hali/a-52361740
Gönültaş, B., Karadağ, C. (2020, Şubat 14). Erişim adaresi: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/56-munih-guvenlik-konferansi-kuresel-belirsizligin-ortasinda-basliyor/1733887
Kancı, M. (2020, Şubat 17). Erişim adresi: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/bati-varolusunu-munih-te-tartisti/1736418
Tokmakoğlu, G. (2020, Şubat 16). Erişim adresi: https://politikmerkez.com/konular/guvenlik/munih-guvenlik-konferansi/amp/?__twitter_impression=true
Kocamaz, Z. (2020, Şubat 17). Erişim adresi: https://www.uikpanorama.com/blog/2020/02/17/batiyi-yeniden-insa-etmenin-zorlugu-uzerine-sinem-unaldilar-kocamaz/amp/?__twitter_impression=true
Güney Güvenlik Okulu Avrasya Masası Sorumlusu.