AVRUPA VE ABD NATO’DAN VAZGEÇEBİLİR Mİ?*
İsmail CİNGÖZ
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Kasım 2019 ayı içerisinde bir röportaj esnasında özetle; “Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetiminin kendilerine (Avrupa’ya) sırt çevirdiğini, ABD ile NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü/North Atlantic Treaty Organization) müttefikleri arasında stratejik karar alma mekanizmasında bir koordinasyon olmadığını, Türkiye’nin Suriye’de kara harekatları yapmasına NATO’nun sessiz kaldığını, Avrupa ülkelerinin savunulmasında ABD’ye güvenemeyeceklerini ve gelinen süreç itibariyle ABD ile yaşanan sorunlar nedeniyle NATO’nun ‘beyin ölümünün’ gerçekleştiği” açıklamalarının ardından "Avrupa'nın, ABD'nin küçük müttefiki gibi davranmayı bırakmasının zamanı geldi" sözleri[1] uluslararası gündem olmuştu. Hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun NATO’yu kastederek "70 yıl oldu... Büyümesi ve gelişmesi gerekiyor. Bugünün gerçekliği ve bugünün zorluklarıyla yüzleşmek zorunda" değerlendirmesi, NATO’nun geleceğinin sorgulandığı bir dönemde ve 70’inci kuruluş yıldönümü kutlamalarının yaklaştığı günlere denk gelmesi, kutlamaların nasıl geçeceği konusunu gündeme getirmişti.
Bu atmosfer içerisinde NATO’nun 70’inci kuruluş yıl dönümü 3 Aralık 2019 günü İngiltere'nin başkenti Londra yakınlarındaki Watford kentinde düzenlenen NATO Zirvesi’yle kutlandı. 29 üye ülke liderlerinin katılımıyla gerçekleşen ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile ev sahibi İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın açılış konuşmalarıyla başlayan NATO Zirvesi iki gün sürdü.
Zirveye katılan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel arasında ayrıca bir de Dörtlü Zirve gerçekleşmiş ve Suriye konusu değerlendirilmiştir. Dörtlü Zirve’nin ardından “mültecilerin güvenli ve gönüllü bir şekilde geri dönüşlerinin koşullarını oluşturmak için çalışacaklarını ve terörün her türlüsüne karşı mücadelenin devam etmesi gerektiğini belirttikleri” açıklanmıştır.
Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü tek taraflı harekâtlar, Baltık devletleri ile Polonya için hazırlanan savunma planlarına Türkiye’nin onay vermediğini açıklaması ve ABD ile Fransa arasında yaşanan gerilim, NATO Zirvesi’nin sorunlarla başlayacağının işareti olarak okunmuştu. Dolayısı ile beklendiği gibi bir çok açıdan sorunlu olarak başlayan NATO Zirvesi’nde görüşülen ana maddelerde bile uzlaşı sağlanamamıştır.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un tartışılan açıklamalarının gölgesinde başlayan zirve, birçok ilginç görüntüye ve tartışmaya sahne olmasının ardından, NATO liderlerinin 2021'de tekrar bir araya geleceği duyurularak, Londra Deklarasyonu başlığıyla ve 9 maddeden ibaret, oldukça sıradan bir ortak deklarasyonla kapanmıştır.
“…terörün her türlüsüne karşı mücadelenin devam etmesi gerektiği..”, “Terörizm bütün türleri ve tezahürleriyle hepimiz için tehdit olmaya devam ediyor", “…müttefiklerin terörle mücadele konusunda kararlı olduğu ve bu çerçevede birlikte daha güçlü adımlar attığı…”, “…teröre karşı elde edilen kazanımların zarara uğratılmaması konusunda mutabık kalındığı…” gibi cümlelerle, terörle mücadele vurgusu yapılırken dikkat çeken en önemli husus ise NATO liderlerinin “terör ve terörist tanımlarında bile anlaşamadıklarının” görülmesidir.
Zira NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “Tüm müttefikler, DEAŞ'a karşı mücadele ve Irak ile Afganistan'daki eğitim misyonlarımıza olan bağlılıklarını devam ettiriyor”[2] derken, PKK terör örgütünün Suriye kolu YPG’nin terör örgütü olarak tanınmasına ilişkin bir soruya “NATO müttefiklerinin, YPG/PYD’nin nasıl tanımlanacağı konusunda farklı düşünceleri ve görüşleri olması bilinen bir durumdur. YPG’nin nasıl tanımlanacağı konusu spesifik olarak tartışılmadı. Ama terörizm ile mücadelede elde ettiğimiz çıkarımların riske atmamak konusunda tüm müttefikler hemfikir” ifadelerini kullanması[3] çelişkiyi ortaya koyan cümle olmuştur.
NATO ülkelerinin PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor olmalarına rağmen, Suriye kolu YPG’nin ısrarla “terör unsuru” olarak tanınmayacağı deklare edilmiştir. ABD Savunma Bakanı Mark Esper, bir soru üzerine, YPG'nin "terör unsuru" olarak tanınmasının söz konusu olamayacağını söylemiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron da zirve sonrası yaptığı açıklamada; “YPG'nin terör örgütü" olarak tanımlanması konusunda bir uzlaşmanın mümkün olmadığını, ülkesinin bu konudaki pozisyonunun kısa vadede değişmeyeceğini fakat "terör örgütü" olarak tanımlanmış olan PKK ile mücadelede Türkiye'ye destek verdiklerini, bu konuda bir sorun olmadığını, Türkiye’nin ‘siyasi ya da askeri’ gerginlik yaşadığı grupların ‘terörist’ kategorisine alınması talebine ittifak içinden onay çıkmayacağını kaydetmesi…”, Almanya, Hollanda ve İngiltere başta olmak üzere başka NATO ülkelerin de destek görüyor olması[4] Türkiye’ye karşı iki yüzlülüğün net bir şekilde ortaya çıktığının bir kez daha görülmesi açısından önemlidir. Türkiye’ye karşı bu tutumun yeni olmadığı elbette ki bilinmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından savaşın galipleri ABD, İngiltere ve Rusya tarafından inşa edilen “İki Kutuplu Dünya Sistemi” içerisinde Batı Bloğu adıyla bilinen NATO içerisinde yer alan Türkiye, Doğu Bloğunun 1990’ların başında dağılmasına kadar komünizmle mücadele ve Sovyet Rusya tehdidine karşı yıllarca ileri karakol vazifesi görmüş olmasına rağmen hak ettiği seviyede itibar görmemiştir.
Türkiye; Kıbrıs politikasında, sözde Ermeni soykırım yalanlarına karşı yürüttüğü haklı savunmalarında, Ege sorunlarında ve PKK terör örgütü başta olmak üzere mücadele ettiği yıkıcı-bölücü bütün unsurlara karşı NATO’dan yeteri kadar destek görmemiştir. Hatta ambargolara tabi tutulduğu, çoğu zaman düşmanca tavırlarla karşılaştığı]5] gibi karşısındaki tarafa alenen destekler verilmek suretiyle bile yalnız bırakıldığı süreçler yaşanmıştır.
Dolayısı ile NATO’nun geleceği açısından "Soğuk Savaş bittiğinden bu yana en önemli toplantı" olduğu inancıyla gerçekleşeceği düşünülen ve kuruluşunun 70’inci yıl dönümüne denk gelen NATO Zirvesi’nin ardından, sonuçları itibariyle “sonun başlangıcı mı?” sorusunun cevabı aranmıştır. Sorunun cevabı araştırılırken; iki kutuplu dünya sisteminin dağılması üzerinden geçen 30 yılın ardından gelişen yeni jeopolitik durum ABD ile Avrupa’nın önceliklerinin farklılaşmasına sebep olduğu görülmüştür.
Önceliklerin değişmesiyle birlikte NATO’nun gelecekteki rotasının dağılmaya doğru seyretmesine sebep olacağı şeklinde değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır. Çünkü Soğuk Savaş döneminde potansiyel tehdit Sovyet Rusya kaynaklı komünizm iken, Doğu Bloğunun dağılmasıyla bir ara siyasal İslâm tehdit olarak görülse de son yıllarda ABD için küresel çapta tehdit olarak Çin algılanmaya başlanmış ve dikkatler bu istikamete yöneltilmiştir.
Çin’in hızlı yükselişini Rusya’dan bile fazla tehlikeli gören ABD yönetiminin NATO savunma sistemini de buna göre dizayn etmeye başladığı görülmektedir fakat buna karşılık Avrupa ülkelerinin Çin ile ekonomik ve teknolojik ilişkilerini hızla geliştiriyor olması ABD ile karşı karşıya gelmelere sebep olmaktadır. Çünkü çıkarları gereği Çin’i karşılarına almak istemeyen Avrupa ülkelerinin ABD-Çin kamplaşmasında taraf olmak istemedikleri[6] anlaşılmaktadır.
NATO üyeleri arasında görüş ayrılığı ilk kez yaşanmamaktadır. 1956 Süveyş Krizi, 1973 Arap-İsrail Savaşı, 2003 Irak Savaşı gibi örneklerde de görülebileceği gibi görüş ayrılığı yaşandığı dönemler elbette olmuştur. Son yıllarda yaşanan süreç incelendiğinde halen devam eden başka anlaşmazlıklar da olduğu ve NATO üyelerinin ABD’ye karşı güven sorunu yaşadıkları görülmektedir. Şöyle ki; IŞİD/DEAŞ sorunu ortadan kalktı iddiasıyla önemli müttefik yaklaşımıyla destekledikleri Kürtleri ortada bırakan ABD’nin yine müttefiki Suudi rejimine karşı yapılan saldırılarda tepkisiz kalması Avrupa ülkelerinde güven sorununa sebep olduğu görülmüştür. Türkiye’nin son yıllarda NATO’nun planları dışında dış politikalar geliştirmesi ve S-400 örneğinde olduğu gibi farklı savunma sistemleri edinmesi, “veto tehdidiyle” terörizm tarifini kabule zorlaması gibi iddialarla görüş ayrılıklarının yaşanması[7] da yeni ayrışmalara sebep olarak görülmektedir.
Sonuç olarak; NATO’nun geleceği bir çok üye tarafından tartışılmakta ve değerlendirmelere tabi tutulmaktadır fakat şu var ki her şeye rağmen Türkiye’nin vaz geçilemeyen bir ülke olma özelliğini hala sürdürüyor olduğu görülmektedir. Zira Türkiye yapmış olduğu Suriye harekâtlarıyla, S-400 savunma sistemlerini bütün tehditlere rağmen edinmesiyle, Doğu Akdeniz Münhasır Alan mücadelesiyle ve Libya ile imzaladığı “Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, güvenlik ve askeri işbirliğinin genişletilmesi anlaşmaları” ile NATO’ya bağımlı olmadan da var olabileceğini ortaya koyması çok önemlidir. Zira Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumu ile NATO haricinde farklı ittifaklar kurabileceğini uygulamalarıyla fiilen ortaya koymayı başarmıştır.
Türkiye açısından durum böyleyken Avrupa ülkeleri için hiç de öyle olmadığı görülmektedir. NATO olmadığı takdirde Avrupa devletleri; güvenliklerini ABD olmadan ve kendi imkanlarıyla sağlamak zorunda kalacaklardır. Böyle bir senaryo halinde askeri harcamalara yönelmek zorunda kalacak olan Avrupa ülkelerinin ekonomik olarak ek maliyetlere hazır olmaları gerekecektir. Silah temin etmek, silah sanayiini geliştirmek, savunma stratejilerinde köklü değişiklikler yapmak zorunda kalacak olan Avrupa ülkeleri aynı zamanda silahlanma yarışına da gireceklerdir.
ABD’siz Avrupa ülkeleri karşısında daha etkin konuma geleceği kaçınılmaz olan Rusya ile ayrı ayrı anlaşma yapmak zorunda kalacaklar ve bu da zamanla bölünmelere sebep olacaktır. Ayrıca NATO’nun dağılması halinde Avrupa ülkelerindeki üslerinden vaz geçmek zorunda kalacağı öngörülen ABD’nin de küresel güç olmaktan çıkacağı ve yeni küresel güç dengesinin Çin ve Rusya endeksli olacağı değerlendirilmektedir. Batı’da ise ABD’nin boşluğunu İngiltere’nin doldurmaya çalışacağı bir ortam gelişeceğinden Almanya, Fransa ve İtalya’nın da dahil olacağı İkinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi yeni bir güç ve nüfuz mücadele dönemine girileceği de unutulmamalıdır.
Dolayısı ile “NATO dağılma sürecine mi girdi?” veya “NATO’da sonun başlangıcı mı?” diye değerlendirmelerin yapıldığı süreçte Avrupa ülkeleri ve ABD için NATO’nun dağılmasını beklemek için daha çok erken olarak görülmektedir.
:
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.
[1] Haber Türk; “Macron: NATO'nun Beyin Ölümü Gerçekleşti”, 07.11.2019.
[2] Milliyet; “Nato Zirvesi Sonunda Londra Deklarasyonu İmzalandı”, 04.12.2019.
[3] Cumhuriyet; “Nato Liderler Zirvesi Sona Erdi... Türkiye'den Sürpriz Karar,”, 04.12.2019.
[4] BBC; “NATO Zirvesi: Türkiye İttifaktan YPG Konusunda İstediği Desteği Aldı Mı?”, 5.12.2019.
[5] İsmail CİNGÖZ; “Türkiye NATO’ya Muhtaç Mı?”, Ticari Hayat Gazetesi, 05.09.2018.
[6] Ergin YILDIZOĞLU; “NATO-İngiltere Zirvesi İttifak İçin Sonun Başlangıcı Mıydı?”, BBC, 05.12.2019.
[7] Ergin YILDIZOĞLU; a.g.y.