EMPERYALİZMİN TÜRK KORKUSU*
İsmail CİNGÖZ
Libya adı; üzerinde yaşayan ve asıl yerlileri Berberi kabilelerini tanımlamak için eski Mısırlılar tarafından kullanılan “Lebu” sözcüğünün eski Yunancaya “Libya” olarak geçmesinden gelmektedir. Kuzeybatı Afrika bölgesini tanımlamak için kullanılan Mağrip’in Akdeniz kıyısında yer alan Libya’nın; doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad, güneydoğusunda Sudan bulunmaktadır[1].
Antropologlara göre Libya insanlık tarihinin üç farklı ilki bünyesinde barındırmaktadır: 200 bin yıl önce ilk insanın ortaya çıktığı Afrika kıtasının ilk olarak bağımsızlığını kazanan ülkesi ve Afrika kıtasına adını veren “Afrikani” oymaklarının Romalılarca ilk görüldükleri bölgedir[2]. M.Ö. 7’nci yy.dan itibaren yerleşim bölgesi olan Oea, Sabrata Leptis ve Trablus şehirleri M.Ö. 1500-M.Ö. 539 yılları arasında, Akdeniz kıyılarında varlık gösteren Fenike kolonisine bağlı şehir devleti olan "Kartaca Devleti" bağlısıyken M.Ö. Birinci yüzyılda kurulmasının ardından kısa süre sonra yayılmacı bir siyaset uygulamaya başlayan Roma İmparatorluğu’nun eline geçmiştir.
Roma İmparatorluğu’nun 395 tarihinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılması üzerine Doğu Roma İmparatorluğu payına düşen Libya, Hz. Ömer’in Halifeliği döneminde 647 yılında Abdullah ibn el-Sa’ad komutasındaki Arap İslam Orduları tarafından İslam topraklarına dahil edilmiştir. 1146'da Sicilyalı Normanlar’ın istilasına uğrayan Trablus, 16’ncı yüzyılda İspanyol yönetimine geçmiştir. Osmanlı Donanması Amirali Turgut Reis’in 1553 yılında fethedilmesiyle başlayan Türk idaresi 1911’e kadar devam etmiştir.
1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyeti, Hilafet'e karşı gören bazı aşiret şeyhlerinin çağrıları üzerine isyan eden Libya halkının yatıştırılması için İttihat Terakki Hükumeti, Mustafa Kemal’in de içerisinde yer aldığı grupları Libya’ya göndererek isyanın durdurulmasını başardığı görülmektedir. Daha sonra bu defa 1911’de Rodos ve On İki Ada ile birlikte Libya’nın İtalya tarafından işgal edilmesi üzerine Enver Paşa, Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref, Ömer Naci ve Nuri Paşa gibi bir grup gönüllü Osmanlı Türk subayı tarafından yürütülen Trablus Savaşı ile Libya toprakları müdafaa edilmeye çalışılmıştır. 1912’de Balkan Savaşı ile Osmanlı Devleti’nin saldırıya uğraması üzerine 18 Ekim 1912’de Lozan’da imzalanan ve 1923 Lozan Antlaşması ile karıştırılmaması için Türk Tarihine Uşi (Ouchy) Antlaşması olarak geçen antlaşma ile Libya'daki fiili Osmanlı hâkimiyeti sona ermiştir.
1923 yılına gelindiğinde; 1911-1912 yıllarında Osmanlı subaylarının yanında Trablus Savaşı’nda gönüllü olarak yer alarak İtalyanlara karşı savaşan el-Kasr'daki Senusi tarikatının lideri Ömer Muhtar öncülüğünde, İtalyan sömürgeciliğine karşı Cebelü'l-Ahdar'da yaşayan aşiretlerden topladığı gerilla güçleriyle bir direniş başlatılmıştır. 8 yıl boyunca devam eden Libya’nın bağımsızlık mücadeleleri, Ömer Muhtar’ın 11 Eylül 1931'de bir çarpışmada yaralanarak İtalyanlara esir düşmesi ve 16 Eylül 1931 tarihinde asılarak idam edilmesiyle kesintiye uğramıştır. İtalyan idaresindeki Libya halkı baskı ve zulüm ile sindirilerek adeta köleleştirildiği bir dönem yaşamıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya’nın yenilmesi ile Libya, Fransa ve Birleşik Krallık idaresine bırakılmıştır. Birleşmiş Milletler (BM)’in 1949 yılında almış olduğu bağımsızlık kararının ardından başlayan görüşmelerde 1920’li yıllardan itibaren İtalyanlarla mücadele yürütmüş ve daha sonra Mısır’a sürgün edilmiş olan Şeyh İdris (Sidi Muhammed İdris El Mehdi es-Senusi) Libya’yı temsil etmiştir. BM’de sürdürülen görüşmelerin ardından 24 Aralık 1951 yılında Şeyh İdris Libya Kralı ilan edilerek Libya Krallığı’nın bağımsızlığı deklare edilmiştir.
Libya’nın tek kralı olan Şeyh İdris, uygulamış olduğu tutucu politikaları ve gelişmekte olan Arap Milliyetçiliğine duyarsız kalmakla suçlandığı bir dönemde tedavi amacıyla Türkiye’de bulunduğu esnada 1 Eylül 1969 tarihinde Albay Muammer Kaddafi önderliğinde düzenlenen askeri bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılmıştır.
***
Libya’da petrol arama faaliyetlerinde en önemli adımlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra atılmıştır. Zengin ve kaliteli petrol yataklarının keşfedilmesi üzerine yabancı petrol şirketlerinin ilgisi yoğunlaşmıştır. Libya’da ilk petrol üretimi 1961’de başlamış olsa da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) menşeili petrol ortakları tarafından hazırlanmış olan Libya Petrol Kanunu 1955’te çıkartılmıştır. ABD petrol ortakları Kuzeyde 30.000 Km2, güneyde 80.000Km2 yi kapsayan sahada imtiyaz elde etmişlerdir. Bu ortaklardan Exxon’un kolu ESSO İnternational ilk önemli petrol yataklarını bulan şirket olmuştur. Ardından yine ABD’li Marathon. Continental, Arameda şirketleri üçlü ortaklığının petrol yataklarını keşfetmesi faaliyetlerini Shell’in Oasis, Occidental, British Petroleum (BP) şirketlerinin keşifleri takip etmiştir[3].
Libya Petrol Kanunu nedeniyle vergi kaybı yaşanması üzerine 1961’de hazırlanan bir yönetmelikle imtiyazlar ve muafiyetler kaldırılmış ve imtiyaz hakkı isteklerinin ihaleye çıkartılması kararı alınmıştır. Şirketlerle yaşanan sorun Libya’nın 1962’de Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyeliği ile çözülmüştür. Zira OPEC imtiyaz hakkını kabul etmemektedir.
Kaddafi’nin 1969 darbesi ile yönetime gelmesinin ardından Libya’da ekonomik ve sosyal kalkınma planları yürürlüğe konulmuş ve bu kapsamda yabancı petrol şirketlerinin Libya’ya verdikleri kar payları %58’e, varil başına petrol ücreti 30 Cent’e yükseltilmiştir. 1970 yılında National Oil Corporation (N.O.C) adıyla Libya Milli Petrol Şirketi kurulmuştur. Ardından Libya’da faaliyette bulunan bazı yabancı petrol şirketleri millileştirilmiştir. Libya, millileştirilmeyen şirketlere ise N.O.C. üzerinden %51’lik hisseyle ortak olmuştur[4].
2010’da Tunus’ta başlayan olayların kısa sürede Libya’ya da sirayet etmesi ile başlayan halk hareketlerinin bir sonucu olarak 1969’dan itibaren yönetimi elinde bulunduran Kaddafi 20 Ekim 2011 günü Sirte’de linç edilerek öldürülmüştür. Diğer bir ifadeyle esasında 1969 darbesinin ardından petrol kuyuları millileştirilen emperyalist sistem intikamını almıştır.
***
2010 yılı verileri incelendiğinde Libya’nın günlük 1,6 milyon varil petrol üretimi olduğu görülmektedir. Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya’da iç karışıklıklar başlamıştır. BM tarafından “Meşru” olarak kabul edilen Fayez Al Sarraj Başkanlığındaki Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ülkede istikrarı sağlamaya çalıştığı bir sırada 1987’de Libya-Çad Savaşı’nda Çad’a esir düşen ve ABD tarafından kurtarılarak ABD’ye götürülen General Halife Hafter, 2011’de ortaya çıkmıştır. Yani ABD tarafından Libya’ya gönderilmiştir.
İç savaşın gidişatını takip eden ve bir süre sessiz kalan Hafter; ABD, Fransa ve Mısır'ın desteğiyle kendini sözde kral ilan etmiş[5] ve Libya Ulusal Ordusu lideri olarak Libya'nın doğusunda gayri meşru bir yapılanmayla Libya UMH ile savaşa girişmiştir. Hafter’in, 2014’ten itibaren yürüttüğü mücadeleler esnasında petrol tesislerini de hedef alarak üretimi durdurması, diğer bölgelerde yaşanan çatışmalar, üretimi büyük oranda düşürmüştür. Bu sebeplerle 2016-2019 döneminde Libya’nın 100 milyar Dolardan fazla zarara uğradığı görülmektedir[6]. Dolayısı ile 2011’den beri petrol üretiminde yaşanan düşüş hesap edilirse Libya ekonomisinin ve halkının uğradığı ekonomik kayıpların ne derece büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
***
Libya’da bunlar yaşanırken 27 Kasım 2019 tarihinde Libya UMH ile Türkiye arasında imzalanan Deniz Yetki ve Münhasır Alan Anlaşması ile Askeri İşbirliği Anlaşması kapsamında Türkiye Libya UMH’nin talebi kapsamında Libya’dadır. Libya UMH’ne askeri danışmanlık hizmeti veren Türkiye’nin desteği ile Hafter idaresinde olan bölgeleri bir bir kontrolüne alması Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Umman, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Rusya ve Fransa başta olmak üzere birçok kesimi rahatsız ettiği görülmektedir.
Olayların kendi ülkesine de sıçraması ve iktidarını kaybetme riski yaşadığı düşünülen Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah es-Sisi, Libya’nın Sirte ve Jufra askeri üs bölgesini kırmızı çizgi olarak açıklayarak Türkiye destekli Libya UMH’nin buraya saldırması halinde fiilen savaşa dahil olma tehditleri[7] savurmuştur. Ancak kısa bir süre sonra Libya sınırına konuşlandırılan Mısır savaş uçaklarının geri çekildiği uluslararası basın kuruluşları tarafından servis edildiği görülmüştür.
Libya UMH’ni destekleyen Türkiye aleyhine en fazla çalışmaları olan ülkeler içerisinde Fransa’nın ayrı bir yeri vardır. Zira Türkiye’yi Libya’ya uygulanan ambargoya uymamakla ve Akdeniz’de Fransız gemilerine karşı Türkiye’nin "aşırı saldırgan" tavırlar sergilediği gerekçesiyle[8] NATO'ya şikâyet etmiştir. Şikâyetin ardından NATO Genel Sekreteri Jens Stoteltenberg yaptığı açıklama ile yaşananların net bir şekilde ortaya çıkarılması için soruşturma başlatıldığını[9] duyurmuştur.
Türkiye’yi sık sık eleştirmekten geri durmayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron şikâyetin ardından yaptığı bir açıklama ile "Türkiye, Libya'da tehlikeli oyun oynuyor" demiştir. Bu açıklamaya Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy tarafından düzenlenen bir basın toplantısı ile cevap verilmiştir. Aksoy; "Sayın Macron hafızasını yoklar ve sağduyusunu harekete geçirirse, bugün Libya'da yaşanan sıkıntıların kendisinin de desteklediği darbeci Hafter'in saldırılarından kaynaklandığını, Moskova'da ve Berlin'de ateşkes anlaşmasını imzalamayı reddedenin yine savaş ağası Hafter olduğunu hatırlayacaktır" demiştir. Aksoy sözlerine; “Yıllardır gayrimeşru yapılara verdiği destek nedeniyle Fransa'nın, Libya'nın kaosa sürüklenmesinde önemli sorumluluğu bulunmakta, bu bakımdan Libya'da esas tehlikeli oyunu Fransa oynamaktadır... Fransa'nın Libya'ya müdahale tehdidinde bulunan darbeci Hafter destekçisi Mısır'a karşı sessizliği de gözden kaçmamaktadır" diyerek[10] devam etmiştir.
Türkiye’den art arda Fransa’ya karşı sert açıklamalarla cevap verildiği görülmektedir. Ancak Macron'a bir eleştiri de kendi ülkesinden Fransız devlet radyosu Radio France'ın uluslararası yayın yöneticisi Jean-Marc Four’dan gelmesi önemlidir. Zira Jean-Marc Four; Ankara ve Paris arasındaki tansiyonu hızla yükselten gelişmeleri değerlendirirken “Uluslararası hukuk ve siyasi açıdan Fransa'nın Türkiye'ye "ders verecek" konumda olmadığını söylemiştir. Marc Four ayrıca “Uluslararası hukuk açısından, asıl krizin sorumlusu Fransa. Libya'daki kaos, 2011'de dönemin Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin, BM Güvenlik Konseyinin 1973 sayılı kararının çok daha ötesine giderek, Kaddafi'nin öldürülmesiyle başladı" dediği açıklamalarına “Fransa'nın, Halife Hafter güçlerine silah temin ettiğine dair birçok ciddi kanıtların olduğunu” söyleyerek devam etmiştir. "2016'da Fransız gizli servisinin üç üyesinin Bingazi'deki ölümü ve ABD'nin sadece Fransa'ya sattığı silahların Libya'da ortaya çıkması kanıtlardan sadece ikisi” diyerek Fransa’nın Libya olaylarında masum olmadığını iddia etmesi[11] Türkiye’nin Fransa tarafından suçlanamayacağını ortaya koymaktadır.
Fransa’nın her vesilede; Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz siyaseti nedeniyle Türkiye’yi suçlamayı adeta bir gelenek haline getirdiği görülmektedir. Zira Fransa eski sömürgelerinde Türkiye’nin varlığından rahatsızlık duymaktadır. Lakin Fransa’nın sömürge dönemlerindeki soykırım ve insanlığa sığmayacak uygulamalarını tarih kaydetmiş, o coğrafya insanının hafızalarına kazınmıştır.
Dünya üzerinde birçok sömürge topraklarına sahip olan Fransa’nın Afrika kıtasındaki başlıca sömürge sahası ve tarihine değinmek gerekirse; 1830-1962 Cezayir, 1861-1960 Benin, 1896-1960 Burkina-Faso, 1859-1977 Cibuti, 1894-1960 Çad, 1839-1960 Gabon, 1885-1958 Gine, 1916-1960 Kamerun, 1830-1976 Komor Adaları, 1814-1958 Moritanya, 1895-1960 Nijer, 1885-1958 Senegal, 1881-1956 Tunus ile Ortadoğu’da 1918-1946 Suriye devletleri öne çıkmaktadır. Diğer sömürgelerinde olduğu gibi bu topraklarda da Fransızlardan geriye tecavüz, soykırım, kan ve gözyaşı kalmıştır. Dolayısı ile 20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar sömürgecilik geçmişi olan Fransa’nın Türkiye’yi BM tarafından da tanınan Libya UMH’ne vermiş olduğu destekten dolayı eleştirmek haddine değildir.
Sonuç olarak;
Etnik ve mezhepsel yapı itibariyle çeşitlilik arz etmeyen Libya bu yönüyle Ortadoğu ve Körfez ülkelerinden farklılık arz etmektedir. Sünni/Maliki mezhebine mensup Libya emperyalistler tarafından bölünemediği için 400’den fazla aşiret yapısı üzerinden ayrıştırılmaya ve coğrafi olarak bölünmeye çalışıldığı görülmektedir. Dinamik yapılanmasını devam ettirebilmeyi başaran Libya aşiretleri, emperyalistlerin hedefi durumundadır.
2019 yılı sonu itibariyle mevcut tespit edilmiş petrol yatakları ile Afrika’nın ilk, dünyada ise 9’uncu sırasında yer alan Libya petrol ve doğal gaz yataklarından elde edilen gelirlerin %80’i ABD, Fransa ve İtalya şirketlerinin kontrolü altındadır. Petrol ve doğalgaz yataklarının büyük bölümünün Hafter tarafından kontrol edilen sahada yer alıyor olması düşündürücüdür. Bu zengin yatakların iç savaş sonrasında yeniden paylaşıma tabi olacağını değerlendiren emperyalist Batı, kendi arasında da mücadele halindeyken, Avrupa pazarında kendisine rakip olacağı kaygısıyla Rusya’yı ise endişelendirmektedir. Bu kaygılarla Rusya; Hafter vasıtasıyla Libya petrol ve doğalgazlarının kendi kontrolü altında olabileceği düşüncesiyle paralı askerler ve lojistik ikmallerle Hafter’in kazanması veya en azından Libya’nın yeraltı kaynakları bakımından zengin doğu bölgesinde kendi devletini kurabilmesini sağlamaya çalıştığı görülmektedir.
ABD, Avrupa, Rusya ile Suudi Arabistan, BAE ve Umman’ın bileşke korkuları ise Türkiye-Libya UMH arasında 27 Kasım 2019 tarihli “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırmasına Dair Mutabakat Muhtırası” yla Türkiye’nin 110 yıl sonra Libya’ya tekrar ayak basması ve Hafter güçlerine karşı destan yazarak Libya coğrafyasında varlığını sağlamlaştırıyor olmasıdır. Zira savaş bittiğinde Türkiye’nin Arslan payını alması ihtimali rüyalarına karabasan/kâbus olarak adeta giriyor olsa gerek. Hele bir de Türkiye Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon ve doğalgaz yataklarına ulaşmayı başarabilirse işte o zaman tarifi erişilemez bir sonuç ile karşılaşılacak olması bu coğrafyada Türkiye ve Türk Milleti olmadan tarih yazılamayacağı gerçeği bir kâbus gibi üzerlerine çökecektir.
Son söz olarak; Libya toprakları yapısı ve iklimi itibariyle tarıma elverişli değildir. Ülke gelirinin petrol ve doğalgaz ihracatı ile nerdeyse tek ürün üzerinden olması Libya’yı aynı zamanda çok iyi bir pazar haline getirmektedir. Lüks tüketim maddeleri, hazır tekstil ürünleri ile yün ve pamuk gibi tekstil üretim malzemeleri, gıda, inşaat sektörü ve iş gücü açığının karşılanması gibi birçok alanda da iştah kabartan bir ülke konumundadır. İç savaş sonrasında Türkiye’nin Libya pazarında öncelikli tedarikçi ülke olabilmesi için karar alıcı mekanizmalara hayati görevler düşmektedir. Ki ilgili bakanlıklar tarafından master çalışmaları şimdiden ayrıntılarıyla hazır edilmelidir. Hatta ekonomik ve ticari ilişkileri kapsayan ön anlaşmalar ile ön protokoller şimdiden imzalanmalıdır.
:
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] Habertürk; “Libya Nerede? Libya'nın Tarihi”, 29.06.2019
[2] Ferhat ÜNLÜ; “Libya’nın Kısa Tarihi”, Sabah, 19.01.2020.
[3] Mithat DİNÇER, Berrak KURTULUŞ; “Planlı Dönemde Libya Ekonomisi ve Türkiye-Libya Ekonomik İlişkileri”,
ss. 178-479, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/9647 (Erişim Tarihi: 28.06.2020)
[4] Mithat DİNÇER, Berrak KURTULUŞ; “Planlı Dönemde Libya Ekonomisi ve Türkiye-Libya Ekonomik İlişkileri”,
ss. 479-480.
[5] Ferhat ÜNLÜ; “Libya’nın Kısa Tarihi”, Sabah, 19.01.2020.
[6] Mücahit AYDEMİR; “Afrika’nın En Fazla Petrol Rezervine Sahip Libya Bu Zenginliğini Kullanmaktan Mahrum”, A.A.,31.05.2020.
[7] Hatice SAKA; “Sisi’nin Uçakları Balon Çıktı: Uçakların Şovunu Yaptı Sonra Hemen Geri Çekti” Yeni Şafak, 26.05.2020.
[8] Deutsche Welle Türkçe; “Türkiye ve Fransa Arasında Libya Gerilimi”, 18.06.2020.
[9] BBC; “NATO, Fransa ile Türkiye Arasında Akdeniz'de Yaşanan Gerilimle İlgili Soruşturma Başlattı”, 19.05.2020.
[10] BBC; “Türkiye'den Macron'a Libya Tepkisi: Tanımlaması Ancak Akıl Tutulmasıyla İzah Edilebilir”, 23.06.2020.
[11] Hüseyin KOYUNCU; “Fransız Devlet Radyosu Yöneticisi: Fransa, Libya Konusunda Türkiye'ye Ders Vermek İçin Kötü Konumda”, euronews, 24.06.2020.
* 1 Temmuz 2020 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi’nde yayınlanmıştır.