Logo
Çağ Üniversitesi
02.04.2020

M4 KARAYOLUNDAKİ SALDIRIYI HANGİ ÖRGÜT YAPTI (İsmail CİNGÖZ)

M-4 KARAYOLUNDAKİ SALDIRIYI HANGİ ÖRGÜT YAPTI?*

İsmail CİNGÖZ

19 Mart 2020 günü Türkiye Cumhuriyeti Millî Savunma Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklama ile İdlib’te “bölgedeki bazı radikal gruplar tarafından” roketli saldırı sonucu iki Türk askerinin hayatını kaybettiği, bir askerin de yaralandığı, yine İdlib bölgesinde konuşlu başka bir Türk birliğinde bir askeri personelin de kalp krizi nedeniyle hayatını kaybettiği duyurulmuştur.

Bu olayın, 05 Mart 2020 Moskova Mutabakatı ile sağlanan ateşkes anlaşması sonrası meydana gelen ilk saldırı olması özelliği taşıması ve Türk askerlerine saldırının “bazı radikal gruplar” tarafından yapıldığının duyurulması dikkatli gözlerden kaçmamıştır. Çünkü Suriye sahasında Türk askerlerine karşı gerçekleştirilen saldırıların Suriye rejim unsurları veya YPG/PYD/PKK terör örgütü tarafından yapıldığı şeklinde bir basın açıklaması yapılırdı.

Türkiye Millî Savunma Bakanlığı’nın resmi verileri incelendiğinde 03 Şubat-19 Mart 2020 tarihleri arasında 60 Türk askerinin şehit olduğu görülmektedir. Bu tablo içerisinde “bölgedeki bazı radikal gruplar tarafından” ve “roketli saldırı” sözcükleri ilk kez geçmektedir. Moskova Mutabakatı ile “Güvenli Bölge” ilan edilen İdlib M-4 otoyolu üzerinde yer alan Muhambal civarında böyle bir saldırının gerçekleşmesi İdlib’te risklerin halen büyük ve yeni nitelikler kazanmakta olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

İdlib özelinde Suriye coğrafyasında yeni ortaya çıkan bu stratejik denklem dikkate alındığında hangi “radikal grup” Türk askeri konvoyuna saldırmış olabilir? Sorusu üzerinden değerlendirme yapmak yerinde olacaktır. Lakin bu sorunun cevabı o kadar da kolay verilemeyecektir. Zira Suriye sahasında irili ufaklı o kadar çok radikal grup var ki sayıları her gün değil her an değişkenlik göstermektedir. Çünkü “radikal grup” olarak nitelenen bu yapılanmalar, ana eksenini “kökten dinci” omurga üzerine inşa ederlerken ilk olarak “etnik/dini/mezhepsel” argümanlar üzerinden hareket ederlerken; hedefe ulaşmada ise “fikir veya yöntem/metot uyuşmazlığından kaynaklı” olarak sık sık kendi aralarında çatışmalar yaşadıkları da görülmektedir. “Muhalifler”, “İsyancılar”, “Ilımlılar” gibi ifadelerle anılan ve Suriye’de çoğu zaman geçici koalisyonlar halinde hareket eden farklı silahlı gruplar, aynı zamanda sık sık yeni ittifaklar kurabilmekte, kurulu ittifaklara dahil olabilmekte veya anlaşamayarak ittifaklardan ayrılarak müstakil hareket ya da diğer bir oluşuma dahil olabildikleri ve karmaşık ilişkiler yumağı sergiledikleri bilinmektedir. Dolayısı ile bu hareketlilik içerisinde açıktan üstlenmeler haricinde çoğu zaman eylemleri kimin/kimlerin gerçekleştirdiğinin anlaşılması hayli zor olmaktadır.

Hatta Türkiye’nin desteklediği ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) birlikte operasyonlar düzenlediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı verilen yapılanma bile Nusra Cephesi, IŞİD, Ahrar Şam, Hazım Hareketi, Nureddin Zengi Hareketi, İslam Ordusu, Sukur Şam, Feylak el Şam, Faruk Tugayı, Mücahitler Ordusu, Ceyşül Muhacirin Vel Ensar, Suriye Devrimciler Cephesi, Fatih Sultan Mehmet Tugayı, Liva Tevhid gibi daha bir çok grubun ve dış destekçilerinin bir araya gelmesi ile oluştuğu çeşitli basın kuruluşlarında yer almıştır.

Bu grupların bir kısmı veya yeni eklenenlerden oluşan yapı ilerleyen süreçte Suriye Geçici Hükümeti adıyla yapılanmış muhalif hükümete bağlı Savunma Bakanlığı çatısı altında bir araya gelerek “Suriye Milli Ordusu” adını almıştır.

TSK’nın yukarıda yer alan gruplardan başka, zaman zaman Hamza Tümeni, Ahrar Şarkiyye, Ceyş’ül Ahrar, Sultan Murad, Muntasır Billah, Selahaddin’in Torunları gibi oluşumlarla da Esad rejimi ile IŞİD ve YPG’ye karşı birlikte operasyon yaptığı görülse de bu gruplardan Pentagon ve CIA ile irtibatlı olanların, silah ve mühimmat yardımı alanların olduğu bilinmektedir. Bu gruplardan hem IŞİD hem de YPG ile savaşanlar, aynı anda değişik uluslararası koalisyonlardan destek alanlar da olmaktadır. Ayrıca üst bir otoriteye bağlı olmadıkları için kiminle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu/olacağı kestirilemeyen yapıları nedeniyle başı bozuk hareketler sergiledikleri[1], profesyonelleşme ve disiplin altına alınmalarında sorunlar yaşandığı da muhakkaktır.

2011 yılında Arap Baharı endeksli olarak Suriye olaylarının başlamasıyla birlikte İran destekli Hizbullah örgütü, adeta Esad rejiminin muhafızlığını üstlenmiş ve Suriye muhalefetini en önemli tehdit ve hedef olarak belirlemiştir. Suriye muhalefetiyle girdiği savaş üzerinden dolaylı olarak aynı zamanda Türkiye’yi de hedef alan Hizbullah’ın İran destekli tek örgüt olmadığı görülmektedir. Öyle ki; Lübnan Hizbullahı, Suriye Hizbullahı, Bedir Tugayları, Fatimiyyun Tugayı, Zeynebiyyun Tugayı, Ammar bin Yasir Tugayı, İmam Hasan Tugayı, Seyyide Rukiye Tugayı, Irak Hizbullahı, Seyyid eş-Şüheda Tugayları, Şehit Muhammed Bakır es-Sadr Tugayı, Asaib ehl el Hak örgütü, el Hamad Tugayı, Seddu Şuheda Taburları, Hizbullah Nuceba Hareketi, el Vaat es-Sadık Birliği, Esedullah Galip Tugayı, Ensarü’l-Akide Birlikleri, Haddamü’l Akile, el Hüseyin Tugayı, Nafiz Esadullah Birlikleri, Ketaib İmam Ali, Ebu Fazıl Taburu, Ceyş eş-Şa’bi, Ebu Fadl Abbas Tugayı, Kuvvet er-Rida, el Galibiyyun, Zülfikar Tugayı, Kuteyb Seyyit Şüheda gibi yirmiden fazla paramiliter grubun da İran tarafından desteklendiği ve finanse edildiği bilinmektedir[2]. Öyle ki Suriye’de faaliyet gösteren Fatimiyyun birliklerinde 10 bin ila 12 bin arasında Hazara kökenli Afgan bulunduğu çeşitli raporlarda görülmektedir.

Ayrıca PKK terör örgütünün Suriye yapılanması YPG’yi de unutmamak gerekir. YPG merkezli ve “IŞİD ile mücadele amacıyla” denilerek ABD tarafından açıkça desteklenen, silah, mühimmat ve lojistik yönden donatılarak Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adıyla dizayn edilen oluşum içerisinde Arap, Türkmen, Ermeni ve Süryani bileşenlerinin de yer alıyor olması[3] yapıyı daha da ilginç hale getirmektedir.

İdlib sorununun çözümü için bölgeye yoğunlaşılmışken dikkat çeken bir başka husus da bölgeye gelen yabancı savaşçılar sorunu olduğu görülmektedir. İlki; Cisr el Şuğur ve çevresinde etkili olan ve Taliban ile El Kaide bağlantılı Uygurlar örgütü olarak bilinen Türkistan İslami Partisidir. Etnik yapıları nedeniyle Çin’in yakın takibindedirler. İkincisi; Şişani (Çeçen) olarak adlandırılan ve Kafkas kökenli değişik etnik grupların liderliğinde faaliyet gösteren “Muhacirun ve Ensar Ordusu”, “Cunud el Şam”, “Ceyş Usra” ve “Ecnad el Kavkaz” örgütleridir. Bu gruplar da etnik nedenlerle Rusya tarafından izlenmektedir. Üçüncü olarak ise Taliban ile iltisaklı Özbeklerin oluşturduğu “İmam Buhari Tugayları” ile Özbek-Kırgız ağırlıklı “Tevhid ve Cihad Tugayları” dır. Lakin yabancı unsurlar tarafından oluşturulan örgütlerin bunlarla sınırlı olmadığı[4] da bilinmelidir.

Bu gruplardan hariç Heyet-ü Tahrir Eş-Şam (Şam’ı Özgürleştirme Heyeti/HTŞ) adı altında birleşen bir çok grup ile HTŞ örgütünün Temmuz 2016'da Nusra Cephesi olarak bilindiği dönemde El Kaide'yle bağlarını koparttığını duyurmasının ardından buradan ayrılan bazı cihatçı grupların Hurras El-Din (Din Koruyucuları) adıyla bir araya gelen cihatçı örgütleri[5] de unutmamak gerekir ki burada adı geçmeyen daha onlarca örgüt ve grupların İdlib özelinde Suriye sahasında faaliyetleri bilinmektedir.

Bu kadar çok ve karmaşık bağlantılara sahip örgütün yer aldığı Suriye sahasında 19 Mart 2020 günü İdlib M4 karayolunda iki Türk askerinin şehit olduğu, bir Türk askerinin de yaralandığı saldırıyı gerçekleştiren örgüt olarak ilk akla gelen HTŞ olsa da HTŞ’nin bir çok grubu bünyesinde barındıran bir koalisyon olduğu unutulmamalıdır. Zira HTŞ içerisinde yer almasına rağmen hangi grubun[6] bu eylemi gerçekleştirdiği henüz netlik kazanmamıştır. Ancak saldırıdan birkaç gün önce cihatçılar tarafından bazı sosyal medya kanalıyla M-4 karayolunda devriye yapacak Türk ve Rus askerlerinin ölümle tehdit edilmesi dikkat çekici olsa da videoyu yayınlayan örgütün kimliği bilinmemekle birlikte bazı stratejistler tarafından Hurras El-Din kaynaklı olduğunu tahmin edenler olmuştur.

Zira 17 Eylül 2018’de Türkiye ile Rusya arasında İdlib’in silahsızlandırılmış bölge olarak kabul edildiği “Soçi Mutabakatı” anlaşmasını reddettiğini açıklayan Hurras El-Din örgütü, silahsızlandırılması kararlaştırılan İdlib bölgesinden çekilmeyeceğini açıklayarak yeni saldırı düzenleme çağrısı yapmış olması[7] şüpheleri üzerine çekmesine sebep olmuştur.

Sonuç olarak;

05 Mart 2020 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve iki taraf heyetleri arasında yapılan görüşmelerin ardından kabul edilen Moskova Mutabakatı ile sağlanan ateşkesin ardından 19 Mart 2020 günü M-4 karayolu üzerinde yer alan Muhambal civarındaki saldırının hangi radikal grup tarafından yapıldığı henüz tespit edilememiş olduğu görülmektedir. Ancak İdlib M-4 karayolu üzerinde mutabık kalınan güvenli koridor hattından rahatsızlık duyan radikal grupların veya ateşkesin bozulması halinde oluşabilecek kaos ortamından çıkar sağlayabilecek bazı taraflarca sabote amacıyla özellikle gerçekleştirilmiş olabileceği değerlendirilmektedir.

Suriye sahası incelendiğinde mevcut durum itibariyle örgütlerin net bir şekilde; ılımlı, radikal veya terörist ayrımı yapılmasını neredeyse imkânsız kılmaktadır. Çünkü uzlaşmaz görüş ve tutumları nedeniyle mücadele ve hesaplaşma içerisinde olan ve en önemlisi de çok değişik aktörlerce finanse edilen örgütlerin uzlaşmasını veya çatışma evresine geçmelerini de geri plandaki aktörlerin dizayn ediyor oldukları hatırda tutulmalıdır. Unutulmamalıdır ki “Vekalet Savaşları” olarak literatüre giren yeni mücadele yöntemi ile emperyalist güçlerin mücadelesi bitene kadar uzlaşmanın sağlanamayacağından hareketle karar alıcı mekanizmaları zora sokacağı muhakkaktır.

Her ne kadar uluslararası kuruluşlarca aşağı yukarı standart bir kalıp içerisinde terör ve teröristin tanımı yapılmış olsa da herkesin terör örgütü algısı farklıdır. O nedenle Suriye’deki mevcut oluşum ile uzun yıllar ve sıkıntılı bir realite ile komşu olarak yaşayacak olan Türkiye, şimdiden kendisini hazırlamalıdır. O halde Türkiye karar alıcı mekanizmalarına düşen; gerçekçi ve alternatifleri olan planlar üzerinden Suriye sürecini Türkiye’nin beka sorunu halinden uzaklaştırmayı başarması gerekmektedir.

Münbiç ve Fırat’ın doğusuna yerleşen ABD’nin YPG güçleriyle birlikte işlettiği petrol sahalarından elde edilen gelirler ile YPG/PKK’nın uzun vadede Türkiye aleyhine olacak şekilde örgütlenmesini ve bağımsızlığa uzanacağı sürece Türkiye’nin müsaade etmemesi gerekmektedir. Bu süreçte Türkiye’nin ABD’ye karşı Rusya ve İran ile ittifak kurabilmesi önem arz etmektedir. Fakat Suriye sahasında Türkiye aleyhine faaliyet gösteren grupları destekleyen İran ve Rusya ile bu süreci lehine geliştirmenin Türkiye karar alıcı mekanizmalarını çok zorlayacağı muhakkaktır. Karar alıcı mekanizmaları zorlayacak bir husus da Türkiye kamuoyunu ikna etmek olacaktır.

Sonsöz olarak; Türkiye, Suriye ve İdlib sahasına yoğunlaştığı bu günlerde korona virüsü başta olmak üzere, Doğu Akdeniz, Libya ve sığınmacı/göçmen sorunları da hassasiyetlerini korumaktadır.

                        :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.

 

[1] Cihat ARPACIK; “Suriye’de Kimler Kimlerle Beraber?”, İndependent, 09.10.2019.

[2] Selim ÖZTÜRK; “İran destekli terörist grupların Suriye’deki varlığı”, A.A., 13.02.2020.

[3] Cihat ARPACIK; “Suriye’de Kimler Kimlerle Beraber?

[4] Fehim TAŞTEKİN; “İdlib'deki Silahlı Gruplar Kimler? Aralarından 'Ilımlıları' Ayırmak Mümkün Mü?”, BBC News Türkçe, 15.08.2018.

[5] BirGün; “MSB’nin ‘Radikal Grup’ Dediği Hangi Cihatçı Örgüt?”, 20.03.2020.

[6] Sedat ERGİN; “M-4 Üzerindeki Saldırıda İki Türk Askerini Kim Şehit Etti?”, Hürriyet, 21.03.2020.

[7] BirGün; “MSB’nin ‘Radikal Grup’ Dediği Hangi Cihatçı Örgüt?

 

* 25 Mart 2020 tarihinde Ticari Hayat Gazetesi’nde yayınlanmıştır.