SİSİ’NİN BLÖFÜ*
İsmail CİNGÖZ
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Mısır’ın 2003 yılında Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalamasıyla başlayan sürece ilerleyen zamanda Yunanistan, İsrail ve İtalya da dahil olmuştur. Bu ülkelerin Doğu Akdeniz’de MEB sahasında doğalgaz arama ve aktarma projeleri ile ortak hareket etme kararı aldıkları görülmüştür. Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunan Türkiye’nin yok sayılarak yapılan bu girişimler elbette ki uluslararası hukuka ve prensiplerine aykırı olduğu muhakkaktır.
Doğu Akdeniz’de bu gelişmeler yaşanırken o günün şartları dahilinde Türkiye’yi gerekli hamleleri yapmamakla suçlayanlar olduğu da görülmektedir fakat Mısır’da Muhammed Mursi’nin 30 Haziran 2012’de yönetime gelmesiyle birlikte Türkiye-Mısır yakınlaşması yaşanmıştır. Her yıl Doğu Akdeniz’de “Türkiye-Mısır Ortak Deniz Tatbikatları” yapılması kararı alınmış ve GKRY ile Yunanistan’a “Türkiye ve Mısır’ın yer almadığı oluşumların sonuçsuz kalacağı” mesajı verilmeye çalışılmıştır. Ancak 3 Temmuz 2013’te Mursi’nin General Abdülfettah Said Hüseyin Halil es-Sisi tarafından darbe ile devrilmesiyle iki ülke arasında askeri ve diplomatik ilişkiler askıya alınmıştır [1] Hatta bu süreçte devam eden Arap Baharı olayları ile Ortadoğu’da kartlar yeniden karılmış, yeni ittifaklar kurulmuş, olan ittifaklara yeni katılımlar yaşanmış, saflar yeniden belirlenmiştir.
Libya’da 1969’da darbe ile geldiği yönetimden 20 Ekim 2011 tarihinde gerçekleşen halk darbesi ile indirilen ve linç edilerek öldürülen Muammer Kaddafi sonrası gelişen olaylar karşısında Türkiye; Katar ile beraber Trablus merkezli ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından da tanınmış yasal Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) tarafında yer alarak safını belirlemiştir. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Umman’ın başı çektiği bütün Arap dünyası ile İsrail, Yunanistan, GKRY, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve bazı AB ülkeleri ise Tobruk merkezli General Halife Hafter tarafında yer alarak topyekûn Türkiye’yi karşılarına almıştır.
Doğu Akdeniz sahasında bunlar yaşanmadan önce dünya siyasi tarihi son çeyrek yüzyıl içerisinde çok hızlı değişimler yaşamıştır. Yaklaşık 45 yıl devam eden “Soğuk Savaş ve İki Kutuplu Dünya Sistemi” 1990’larda yıkılmış, ardından yaşanan gelişmeler ABD merkezli “Tek Kutuplu Dünya Düzeni mi inşa ediliyor?” sorusunu akıllara getirirken süreç kısa sürmüş, “Çok Kutuplu Dünya Sistemi” nden bahsedildiği bir dönem yaşanmıştır. 2010’da patlayan “Arap Baharı” olayları ile literatüre giren “Vekalet Savaşları”, “Sürecin nereye evrilebilirliğini?” tartışılır kılmıştır. Süreç tamamlanmamışken bu defa “Covid-19” salgını ile dünyadaki bütün sistemler alt-üst olmuştur. Haziran 2020 itibariyle gelinen durum büyük bir belirsizliğe doğru evrilmektedir.
1945-1990 dönemine damgasını vuran NATO-Varşova Paktı mücadelesinde, Rusya’nın dağılmasıyla Varşova Paktı da dağılmıştır. Avrupa Birliği (AB)’nin, devasa ABD ile Çin’in bile dağılma sürecine girebileceği konuşulmaya başlanmıştır. ABD-Çin eksenli iki kutuplu dünya sisteminden bahsedilmeye başlandığı, Türkiye merkezli Türk Cumhuriyetleri ile gönül bağı olan devletlerin üçüncü bir faktör olarak ortaya çıkabilirliğinin tartışıldığı bir sürece gelinmiştir.
Arap Baharı olaylarının Suriye’ye sirayet etmesiyle birlikte sınır komşusu Türkiye’nin; etnik, dini, mezhepsel, insani ve güvenlik kaygıları gibi birçok bileşenler, olaya dahil olmasını adeta mecbur kılmıştır. Hatta yakın coğrafyasında yaşanan Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Irak’ın kuzeyi derken; tarihi geçmişi ve imparatorluk geleneğinden gelen Türkiye’yi Libya’da yaşananlara müdahil olmaya zorlamıştır. Zira yaşanan gelişmeler; süreç ve sonuç itibariyle kısa, orta ve uzun vadede olası gelişmeler Türkiye’yi bir şekilde ilgilendirmektedir.
Türkiye’nin, Libya UMH’nin yanında yer alarak Libya sürecine dahil olması, yaşanmakta olan iç savaşı uluslararası bir alana sürüklemiştir. Türkiye ile birlikte Katar’ın da desteği ile UMH’nin sahadaki askeri başarılarının ardarda gelmesi doğal olarak Libya’nın geleceği ile birlikte Doğu Akdeniz sahasındaki dengeleri de değiştirmiş, Türkiye’yi belirleyici ve kilit ülke konumuna getirmiştir. Öyle ki; Covid-19 salgını sonrasında olması kuvvetle muhtemel görülen ABD-Çin eksenli yeni dünya sisteminde, Türkiye’nin aradan sıyrılarak yükselişe geçmeye başlaması Türkiye merkezli üçüncü merkezkaç kuvvetinin olabilirliğini mümkün göstermesi açısından çok önemlidir.
Libya’da Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nu destekleyen; Fransa, Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Ürdün, İtalya, Rusya ve ABD gibi ülkelerin bir taraftan da kendi aralarında mücadele halinde olduklarının görülmesi ilginçtir. Zira ABD, Rusya, Çin ve AB ülkelerinin bir taraftan da yeni dünya sisteminin oluşumu sürecinde kendi aralarında rekabet ve ittifak arayışları içerisindedirler. Fakat kendi aralarındaki mücadeleler Türkiye’nin Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz sahasında hareket serbestisi kazanmasına vesile olmaktadır.
Türkiye, 2011 yılında KKTC ile anlaşmanın bir benzerini 27 Kasım 2019’da Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanı Belirleme Anlaşması” ile Doğu Akdeniz’deki coğrafi ve siyasi olarak soyutlanmak istenmesini sona erdirmiştir. İmzalanan anlaşmaya konu olan deniz sahasının Türkiye/Muğla-Libya/Derne ve Butnan arasında kalan bir sahaya tekâmül etmesi Türkiye açısından çok önemli bir uluslararası üstünlük sağlıyor olsa da Libya’nın doğu bölgesinde ve Hafter güçlerinin kontrolü altında olması [2], anlaşmayı riskli kılmaktadır. Çünkü yürürlük durumu Libya iç savaşının sonucuna bağlamaktadır. Zira Hafter, Türkiye’yi düşman ilan ederek Libya’nın iç işlerine karıştığı iddiasıyla bu anlaşmayı tanımadığını açıklamıştır.
Anlaşmaya itiraz yalnız Hafter’le kalmamış; başta Yunanistan olmak üzere, AB üyesi Fransa ve Almanya da tepki göstermiştir. Hatta Yunanistan BM’ne şikâyette bulunarak anlaşmanın Rodos ve On İki Ada kıyıları üzerinden deniz alanlarını gasp ettiğini iddia etmiştir.
Bu arada Türkiye-Libya ticari ilişkilerinin 1969 yılından itibaren gelişmeye başladığı ve 5 Ocak 1975 tarihinde Türkiye ve Libya arasında İktisadi İş birliği ve Ticaret Anlaşması imzalandığı düşünülürse, o yıllardan itibaren “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” nın 2019’a kadar neden imzalanmadığı sorusu akla gelmektedir. Hatta Kaddafi döneminde en son imzalanan ve toplamda 20 milyar doları bulacak olan 26 Kasım 2009 tarihli ticari ve ekonomik anlaşma [3] esnasında bile gündeme gelmediği anlaşılmaktadır.
Libya UMH Başkanı Sarraj, 4 Haziran 2020 tarihinde Türkiye’ye gelerek Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmüştür. Görüşme sonrası Libya iç savaşının ardından ülkenin yeniden imar ve inşa süreci ile iki ülke ekonomik ilişkilerinin görüşüldüğü dikkat çekmektedir. Zira Sarraj, "Libya'nın yeniden imarı sürecinde Türk şirketlerini Libya'da görmek istiyoruz" sözleriyle [4] bu zor günlerde yanında yer alan Türkiye’nin, Kaddafi döneminde olduğu gibi şirketleriyle ve iş gücüyle yine gelmesini talep etmesi önemlidir.
Zira bazı kaynaklarca Çin’in Libya ile teknoloji ve ucuz işçilik anlaşmaları yaptığı yönünde bilgilerin servis edildiği bir dönemde gerçekleşen bu görüşme daha da önemli hale gelmektedir. Çünkü Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, MİT Başkanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın 17-18 Haziran 2020 tarihli Libya ziyareti ile amacın “Türkiye’nin Libya'ya olan desteğinin bir kere daha güçlü bir şekilde vurgulamak” olarak açıklanmış olsa da ekonomik ağırlıklı olduğu anlaşılmaktadır.
Libya UMH, Türkiye’nin de yoğun desteği ile 7 Haziran 2020 günü başlattığı ve Zafer Yolları ismi verilen harekatın başarılı bir şekilde sürdürülmesi karşısında Hafter güçlerinin geri çekilmeye başlaması ile önce Trablus çevresi, ardından Terme UMH kontrolüne geçmiştir. Ardarda hezimet yaşayan Hafter, başta Rusya ve Mısır olmak üzere kendisini destekleyenleri hayal kırıklığına uğratmıştır. Stratejik Sirte ve Jufra askeri üssüne yönelen Libya UMH askeri birliklerinin buraları da kontrolü altına almasından endişe duyan Rusya ve Mısır’dan tehdit mesajlarının gelmesi dikkat çekmektedir. Öyle ki 14 Haziran 2020 günü Ankara’ya gelmesi ve Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesi beklenen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ziyareti iptal etmiştir.
Lavrov’un “Sirte bizim kırmızı çizgimizdir” sözlerini daha sonra Mısır Devlet Başkanı Sisi’de telaffuz ederek, "Sirte ve Cufra kırmızı çizgimizdir" tekrarıyla [5] ve "Mısır ordusunun, gerek duyulması halinde ülke sınırları dışında askeri bir görevde bulunabileceği" mesajı ile Hafter güçlerinin talebi halinde Libya’ya asker gönderileceğini söylemesi [6], Libya UMH ile Libya sahasında fiilen yer alan Türkiye’ye dolaylı savaş tehdidi olarak algılanmıştır.
Rusya ve Mısır’dan ardarda Hafter’e destek ve hatta fiilen askeri müdahale etmekten bahseden açıklamalar geliyor olsa da Hafter’in bir Güney Amerika ülkesine kaçtığı veya kaçma hazırlığında olduğu söylentileri duyulmaktadır. Hatta Hafter’in, oğlu ile yine bir Güney Amerika ülkesine yüklü miktarda altın ve dolar kaçırdığı rivayet edilmektedir. Çünkü Hafter her türlü askeri ve lojistik ikmale, paralı askerlerle desteklenmesine ve yapılan türlü yardımlara rağmen Libya UMH ile Türkiye karşısında kaybetmekte ve geri çekilmektedir. Bu durumda gerek yerel halkta gerekse uluslararası alanda gördüğü desteği de kaybedecektir. Zira savaş sonunda kimse kaybeden tarafta yer almış olmak istemeyecektir.
Sonuç olarak;
Bölgede attığı tek taraflı adımlarla mevcut gerginlikleri artıran GKRY; 2003 yılında Mısır ile imzalamış olduğu sözde Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasını, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile de imzalayarak genişletmiş olsa da Türkiye’nin 27 Kasım 2019 tarihinde Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” anlaşması önünü kesmiştir. Çünkü Türkiye-Libya hattının batı tarafında kalan adaların kendi karasuları dışında bir deniz yetki alanı olamayacağını uluslararası bir anlaşma ile deklare etmiştir. Türkiye bu anlaşma ile artık savunma pozisyonundan çıkarak süreci kendi avantajına göre değiştirmeyi başarmıştır. Böylece Doğu Akdeniz’den çıkartılması planlanan doğalgaz ve petrolün Avrupa’ya sevk edilmesi sürecinde Türkiye’nin bypass edilemeyeceği Türkiye tarafından ilan edilmiştir.
Doğu Akdeniz yeraltı kaynaklarını bir an önce ekonomik verilerine dahil etmek isteyen fakat Türkiye’nin kilit ülke olduğunu gören İsrail, daha önce anlaşma imzaladığı GKRY, Mısır ve Yunanistan’ı saf dışı bırakmanın ve Yunanistan ile GKRY nedeniyle AB engelini bir şekilde aşmanın yollarını aradığı ve Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı yapmış olduğu hamlelerden anlaşılmaktadır. Bu durumda Libya UMH ve Türkiye’yi tehdit eden Mısır’ın İsrail’den bir destek göremeyeceği de ortaya çıkmaktadır.
Libya’da Türkiye’nin devreye girmesi ve Türk yapımı silahların üstün yetenekleri, Hafter tarafından kullanılan Rus hava savunma sistemlerini yok ettiği değişik kaynaklar tarafından teyit edilmiştir. Hatta Kuzey Afrika sahasına yerleşmek isteyen Rusya’nın bertaraf edilebilmesi için ABD, Türkiye sayesinde İran’la aynı safta yer almayı bile göze alabilecektir. Hatta Sisi’nin Türkiye’yi tehdit imasına destek veren Suudi Arabistan ve BAE başta olmak üzere olası bir sıcak çatışma durumunda Hafter’i destekleyenlerin savaşa girmeyi göze alamayacakları [7] değerlendirilmektedir.
Dolayısı ile Mısır’ın İsrail gibi önemli bir müttefikini yanında göremeyecek olması Türkiye’nin lehine olacaktır. Hatta Suudi Arabistan ve BAE’nin de Mısır’ın yanında yer alarak savaşa girmeyeceği kuvvetle muhtemelken, Mısır’ın, Sirte ve Jufra hattı için savaşı göze alması mümkün görülmemektedir. Lakin Libya UMH ve Türkiye’nin başarılı olması halinde Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerde iç dinamiklerin harekete geçmesinden ve yönetim veya sistem değişikliği yaşanabileceği endişesi taşıyan liderlerin, iktidarlarının UMH’nin başarısızlığına bağlı olduğu düşüncesiyle ne pahasına olursa olsun fiilen savaşa dahil olma riskinin var olduğu, Türkiye karar alıcı mekanizmaları tarafından mutlaka planlara dahil edilmelidir. Bu nedenle halen Irak’ın kuzeyinde devam eden Pençe-Kaplan Harekâtı ile Suriye sahasındaki askeri faaliyetlerinin yanısıra Doğu Akdeniz’de ve Libya’da olası bir sıcak savaş ihtimaline karşı Türkiye, hazırlıklı olmalıdır.
Son söz; Doğu Akdeniz’de 2000’lerin başında ortaya çıkan Münhasır Alan sorunu karşısında, Arap Baharı öncesinde Libya lideri Kaddafi ile birçok anlaşma imzalanırken “Türkiye-Libya arasında Münhasır Alan Anlaşması neden imzalanmamıştır? Türkiye, 27 Kasım 2019’da imzalanan anlaşmayı o yıllarda yapmış olsaydı birçok sorunu şimdi yaşamıyor olabilirdi. Dolayısı ile anlaşmaların, ittifakların ve safların belirlenme süreçlerinin doğru zamanda, doğru zeminde ve doğru hamlelerle, dikkatli ama geç kalınmadan yapılmasının önemi Libya örneği ile ortaya çıkmıştır.
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] Mehmet Cem DEMİRCİ; “Doğu Akdeniz’de Doğalgaz Bilmecesi, Bölgede Kilit Ülke Mısır”, Euronews, 05.05.2019.
[2] Sema KALAYCIOĞLU; “Yumuşak Gücü Buharlaşan Türkiye’nin Libya’nın Geleceğinde Yeri Var mı?”, 21. Yy. Türkiye Enstitüsü, 16.05.2020.
[3] İsmail CİNGÖZ; “Libya ve Doğu Akdeniz’de Son Durum”, Ticari Hayat Gazetesi,
[4] “Erdoğan: Doğu Akdeniz'de Libya'yla iş birliğimizi genişletmeyi hedefliyoruz”, BBC, 04.05.2020.
[5] Mücahit Aydemir; “Libya Ordusu: Sisi'nin Açıklamaları Apaçık Bir Dış Müdahale ve Savaş İlanıdır”, A.A., 20.06.2020.
[6] Mustafa M. M. Haboush, Ali Semerci; “Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'den Orduya 'Ülke Sınırları Dışında Askeri Göreve Hazır Olun' Mesajı” A.A., 20.06.2020
[7] "İsrail Sisi'yi İfşa Etti! Libya'da Türkiye ile Savaş... ", Yeniçağ Gazetesi, 21.05.2020.