SURİYE’DE BARIŞ GERÇEKTEN İSTENİYOR MU?*
İsmail CİNGÖZ
Zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip Ortadoğu coğrafyası dünya ekonomik yapısı içerisinde önemli ve özel bir yere sahiptir. Ancak yeraltı kaynakları soylu aileler ve belirli zümreler tarafından işletilmesine bağlı olarak mutlu ve zengin azınlığa karşılık, yoksul ve fakir çoğunluğun olduğu bir sahadır Ortadoğu. Hatta o kadar zenginliğe rağmen açlıkla karşı karşıya olanların da azımsanamaz ölçüde olduğu bilinmektedir.
Tunus’ta, mühendislik mezunu olmasına rağmen işsizlik sebebiyle okuduğu mesleği icra edemediği için, seyyar satıcılık yapıp sebze ve meyve satmaya başlayan Muhammed Buazizi isimli gencin, “ruhsatsız iş yapamayacağını” söyleyen zabıta memurları ile yaşadığı tartışma esnasında darp ve hakaretlere maruz kalması üzerine, sistemi protesto etmek için valiliğin önünde kendini yakmasıyla başlayan olaylar, yılların verdiği hoşnutsuzluk birikimiyle kontrolden çıkmış ve Tunus’un ardından Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün ve Yemen başta olmak üzere “Arap Baharı” adıyla bütün bölge ülkelerine sirayet etmiştir.
Ortadoğu ülkeleri türlü kargaşa ve olaylarla yönetim veya iktidar değişikliğiyle süreci bir şekilde atlatmayı başarabilseler de Suriye ve Yemen’de iç savaş halen devam etmektedir. Ancak yaşanan olayların yalnızca kendi iç savaşı halinde kalmayarak başta Türkiye olmak üzere önce komşu ülkelerini etkilemesi, ardından adeta küresel boyuta ulaşmasıyla Suriye, müstesna bir konuma erişmiş durumdadır. 15 Mart 2011’de başlayan protesto olayları geldiği süreç itibariyle Türkiye için beka sorunu, Avrupa ülkeleri için mülteci sorunu adı altında ekonomik kriz haline gelmiştir.
Süreç itibariyle Suriye’yi özel kılan taraf jeostratejik konumu jeopolitik yapısından ileri gelmektedir. Özellikle Osmanlı Devleti sonrasında gelişen Arap Milliyetçiliği etrafında toplanarak tek bir devlet yapısı içerisinde birleşmeyi hedefleyen ideolojiyle başlayan teori, işgal devletlerinin Mandater yönetimleriyle parçalanmıştır. Baas adıyla organize olmaya başlayan Arap Milliyetçiliği 1940’lardan itibaren bütün Arap ülkelerinde örgütlenmeyi başarmış olsa da tek bir bayrak altında birleşemeyecekleri, zengin yeraltı kaynaklarının imtiyaz haklarını kaybetmek istemeyen emperyalist ülkeler tarafından birleşmelerine izin verilmeyeceği ortaya çıkmıştır.
Suriye’de; 1918-1946 Mandater yönetiminden sonra 1963’e kadar devam eden askeri darbeler silsilesinin ardından iktidara gelmeyi başaran Baas ideolojisi, kısa sürede Arap Milliyetçiliği fikrini Suriye Milliyetçiliğine dönüştürdüğü görülmektedir. Suriye iktidarı kısa sürede ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel politikalarında revizyon süreci yaşamış, komşuları ve diğer ülkelerle ilişkilerini de bu eksende yürütmüştür. Türkiye-Suriye ilişkileri Hatay nedeniyle sorunlu olarak başlamış, sorunlu olarak devam etmiştir. 1970 yılında parti içi darbeyle iktidarı ele geçiren Hafız Esad, 1971’de Cumhurbaşkanı olmuş ve bu görevi 10 Haziran 2000 tarihinde vefatına kadar yürütmüştür. Hafız Esad devlet yönetimini sosyalist eksenli ve azınlığın çoğunluğu yönettiği Nusayri mezhepçi merkezli olarak inşa etmiştir. Türkiye ile ilişkilerini sorunlu olarak sürdüren Hafız Esad, Türkiye aleyhine her türlü terör örgütüne topraklarını açarak kriz eşiğine getirmiştir. Vefatından sonra yerine oğlu Beşar Esad’ın geçmesiyle iyi ikili ilişkiler gelişse de Arap Baharı olaylarının sirayetiyle ilişkiler eskisinden de beter hale gelmiştir.
Esad rejimi muhalifleri tarafından 15 Mart 2011’den itibaren başlatılan protesto gösterileri, rejimin sert askeri müdahalesiyle karşılaşmış ve kanlı bir iç savaş halini almıştır. En uzun kara sınırına sahip Türkiye, etnik ve dini/mezhepsel sebepler bir yana insani nedenlerle Suriye’deki gelişmelerden en fazla etkilenen ülke olmuştur. 10’uncu yılına giren Suriye iç savaşını sonlandıracak bir siyasi çözüm maalesef sağlanamamış ve yakın zamanda da sağlanacak gibi görülmemektedir.
Çıkar ve nüfuz kazanmak adına bir çok ülke istihbaratı tarafından yönlendirildiği bilinen IŞİD/DEAŞ, El Nusra, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), PYD/YPG/PKK gibi üst yapıların altında onlarca terör örgütünün faaliyet gösterdiği Suriye coğrafyasında yaşanan iç savaşa, süreç uzadıkça; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, İran, İsrail ve Türkiye ile birlikte Avrupa ülkelerinin de yer aldığı bir çok ülke müdahil olmuştur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Suriye’de ateşkesin sağlanarak anayasa komisyonu kurulmasını ve uzlaşmayla siyasi geçişe ilişkin somut bir takvim öngören ilk kararını 18 Aralık 2015 tarihinde oybirliğiyle kabul etmiş olmasına rağmen İdlib bölgesi başta olmak üzere halen iç savaş devam etmektedir ve dokuz yıl geçmesine rağmen barış sağlanamamıştır.
Düzenlediği bir basın toplantısında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Suriye için; yaşanan krize askeri değil, Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde siyasi bir çözüm bulunması gerektiğinin altını çizmesinin ardından “olayların daha fazla kontrolden çıkmaması için Suriye'nin tamamında acilen ateşkes ilan edilmesi gerektiğini” söylemiştir. Guterres ayrıca “sivillerin büyük risk içerisinde olduğunu” kaydederek, “bölgede bir milyon kişinin yerlerinden olarak göç ettiğini” belirtmiştir[1].
Geldiği boyut itibariyle trajedi halini alan Suriye iç savaşı nedeniyle 2,7 milyonu İdlib bölgesinde olmak üzere[2] milyonlarca insan yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldıkları için yardıma muhtaç hale gelmiştir. 4 milyon Suriyelinin Türkiye sınırına yakın bölgelere yerleştikleri bilinmektedir. Gayri resmi rakamlarla 4 milyondan fazlası Türkiye’de olmak üzere milyonlarcası da mülteci/sığınmacı olarak yaşamak zorunda kalmışlardır. Suriye içerisinde daha güvenli olacağı düşüncesiyle yerlerini terk etmek zorunda kalanların da durumlarının perişan halde olduğu çeşitli raporlarda geçtiği görülmektedir. Gerek yerlerini terk edenler gerekse yerleşik kalanlar olsun; yaşanan iç savaşa bağlı olarak ekonomik kriz nedeniyle insanlarda gelecek umutlarının her geçen gün azaldığı muhakkaktır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporlarına göre Suriye’de iç savaş öncesi 550 sağlık tesisi bulunmaktaydı fakat 2016-2019 yılları arasında bu tesislerin 494’ünün saldırılara maruz kaldığı görülmektedir. Yine aynı raporlar incelendiğinde çatışmalar nedeniyle 470 sağlık personelinin hayatını kaybettiği açıklanmıştır[3].
Suriye iç savaşından en fazla etkilenen Türkiye, Birleşmiş Milletler’in (BM) 51’inci maddesi kapsamında; Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı, Barış Pınarı Harekâtı ve Bahar Pınarı Harekâtı adıyla Suriye içlerine askerî harekât ve operasyonlar düzenlemek zorunda kalmıştır. Kontrol altına aldığı sahalarda yalnızca askeri faaliyetler değil insani yardımlar ve imar işlerini de birlikte yürüten Türkiye’nin, bu bölgelere dönmek isteyen Suriyeliler için konutlar da inşa etmiş ve yenilerinin de yapılması için planlar yaptığı uluslararası basın kuruluşlarında yer almaktadır.
Astana ve Soçi Mutabakatları kapsamında Suriye sahasında konuşlu Türk askeri kuvvetlerine ve konvoylarına Suriye rejim kuvvetlerinin Rusya ve İran destekli olarak saldırıları ile onlarca şehit vermesi ve onlarcasının da yaralanması ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri başta olmak üzere ABD’nin çözüm için somut adım atmamaları üzerine 01 Mart 2020 itibariyle Bahar Pınarı Harekatı’nı başlatan Türkiye, Avrupa’ya olan sınır kapılarını da açarak gitmek isteyen sığınmacı ve mültecilere engel olmayacağını açıklamıştır. 05 Mart 2020 günü Moskova’ya giderek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve beraberinde yer alan heyetin de heyetler arası görüşmeleri ile İdlib bölgesinde ateşkes gerçekleşmiştir. Ancak hala kalıcı ve uzun vadeli bir ateşkesin devam edeceği konusunda kuşkular mevcuttur.
Sonuç olarak;
Suriye rejimi Arap Baharı endeksli halk olaylarına direndi ve hala direnmeye devam ediyor. Diğer Arap ülkelerinde direnç ya gözle görülür şekilde olmadı ya da direnç çabuk kırıldı. Ancak unutulmamalıdır ki Suriye rejiminin direnmesi ve direnmeye devam etmesi tek başına Esad rejiminin başarısına dayanmamaktadır. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın kararlı olmaması ve Türkiye’yi yalnız bırakması birincil husustur. İkincisi İran’ın, rejim ile mezhepsel bağları ve Şii Hilali ideolojisi kapsamında askeri ve stratejik olarak destek vermesi Suriye rejiminin direnme azim ve gayretini arttırmıştır. Üçüncü olarak; İran’ın ardından ABD’nin çekimser tavırlarından cesaret alan Rusya’nın kuvvetli şekilde devreye girerek Suriye rejimini himaye ederek her türlü desteğini sahaya sürmesi kırılma noktası olmuştur.
Dolayısı ile Suriye rejiminin direnç göstermesi üzerine bölgeye yoğunlaşan ve ilerleyen süreçte rol kapabilmek, yeniden inşa sürecinde etkin olarak yer almak suretiyle stratejik bir konumda olan Suriye’de var olabilmek adına her birinin amaç ve hedefleri farklı olsa da müdahil olanların sayısı her geçen gün artmıştır. Türkiye, ABD, İran, Rusya, İsrail, Fransa, İngiltere, Barzani’nin IKBY’si, (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) BM, NATO… bir şekilde Suriye olayına dahil olmuş, kimi doğrudan Suriye rejimi ve rejimi destekleyen oluşumların yanında, kimi de muhalif kanatta kendine yakın olan oluşumlarla birlikte sahaya kozlarını sürmüşlerdir. Ama Batı’nın en önemli ve olmazsa olmaz hedefi İsrail’in güvenliği ve uzun vadede Büyük İsrail’e gidecek sürece taş döşemek olduğu muhakkaktır.
Bütün bu sürece büyük resimden bakıldığında çok taraflı, çok bilinmeyenli ve safların anlık değiştiği olaylar incelendiğinde Suriye’de gerçekten barışı kimlerin istediği belli değildir. Kargaşanın uzun sürmesini ve nihayetinde Suriye’nin bölünmesini isteyenler mi var? Sorusu ilk akla gelendir. Ya da sıcak denizlere inme hayallerini gerçekleştirmeyi başaran Rusya örneğinde olduğu gibi Suriye’ye yerleşmek isteyen bir taraf görülmektedir.
Fırat’ın doğusu başta olmak üzere petrol ve doğalgaz sahalarına yerleşen ve PYD/YPG/PKK terör örgütü ile birlikte işleten ABD örneğinde olduğu gibi Suriye’nin yeraltı kaynaklarına çökmek isteyen başka bir taraf kendini belli etmiştir. İlerleyen süreçte Irak’ın kuzeyinde ABD eliyle oluşturulan IKBY örneğinde olduğu gibi ABD’nin desteği ile bağımsızlığa doğru evrilmesi planlanan özerklik ilanı hayali kuran PYD/YPG/PKK kesiminin fırsat kolladığı ve Barzani’nin muhtemel bu oluşum ile birleşme ütopyası bilinmektedir.
1967 yılında Golan Tepelerini işgal eden İsrail örneğinde olduğu gibi Vadedilmiş Toprak inancıyla hareket eden başka bir taraf ortada durmaktadır. Şii Hilali’nin etki sahasını genişletmeye çalışan İran’ın hedefleri bellidir. 1918’de Manda İdaresi adıyla Osmanlı topraklarını işgal ederek Suriye’ye yerleşen Fransa’nın tekrar sahaya dönme idealleri kendini belli etmiştir.
Mülteci ve sığınmacıların Avrupa ülkelerine gelmesini istemeyen ama milyarlarca dolar harcayarak maddi-manevi yardımı esirgemeyen, Suriye topraklarında şehit ve gaziler veren Türkiye’yi yalnız bırakan AB’nin kendi çıkarlarını koruma içgüdüsüyle hareket ettiği Yunanistan’ın her şeye rağmen AB sınırlarını korumaya çalışmasından kendini göstermiştir.
Bütün bu çıkar hesapları güden taraflar içerisinde; kendi güvenliğini sağlamak, etnik ve dini hesap gütmeden insani amaçlarla her şeyiyle Suriye’nin toprak bütünlüğünün koruması amacıyla Suriye’de bulunan/bulunmak zorunda kalan Türkiye’nin tek başına çabaları barışı getirmeye yetmemektedir.
Sonuç itibariyle; Astana ve Soçi Mutabakatlarında Rusya ve İran’ın, Moskova Mutabakatında Rusya’nın, NATO’nun barış girişimlerinin, AB’nin çözüm önerilerinin tamamen göstermelik olduğu her geçen gün daha da belli olmaktadır. Çözüm Türkiye’nin kararlılığında, Suriye rejiminin ve muhaliflerle ön şartlardan/ön yargılardan arınmış olarak bir araya gelerek çözümü sağlama amaçlarından geçmektedir. Bu da teoride olmaz değil ama pratikte imkansıza yakın olduğu için Suriye’de barışın yakın gelecekte olmayacağı öngörülmektedir.
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi.
[1] Can KAMİLOĞLU; “Guterres’ten Acil Ateşkes Çağrısı”, VOA, 28.02.2020, https://www.amerikaninsesi.com/a/guterresten-acil-ateskes-cagrisi/5308668.html
[2] Deutsche Welle Türkçe; “BM’nin Suriye’ye Yardımları Türkiye’den Ulaştırılacak”, 11.01.2020.
[3] Can KAMİLOĞLU; “Suriye'deki Savaş 10. Yılında: Çözüm Hala Uzak”, VOA, 12.03.2020, https://www.amerikaninsesi.com/a/suriye-deki-sava%C5%9F-10-y%C4%B1l%C4%B1nda-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm-hala-uzak/5326307.html