ABD’nin Suriye’de Yeni Kurgulaması
Soğuk Savaş sona erdiğinde geleceği okuyan büyük stratej (doğrusu bu, yabancı sözcükleri Fransızca olarak benimsenilen Türkçede -Fr.: stratège- kullanılmalıdır.), Francis Fukuyama bir tespiti son derece doğru yapmıştı. Deyim yerindeyse, taşı gediğine koymuştu. Ne demişti? Ulaşılan noktayı iki küçük kelimeyle özetlemişti. “Tarihin Sonu” demişti. Ama pek de derdini tam olarak anlatamamıştı. Hiç insanın var olduğu yerde tarih biter miydi, canım? Neler, söylenmedi ki, bu öngörü üzerine? Efendim sol bakışlı entel-dantel takımı, “Marksizm ilerlemenin, değişimin duracağı fikrini barındırmaz, dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” özdeyişinden tutun da, “insanoğlu tarihi sadece yönetim biçimleri ile değil, her türlü üretimle yapmıştır; üretim oldukça tarih de olacaktır.” betimlemelerine kadar. Ama bana sorarsanız ve de olaya siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, jeo-politik, jeo-strateji açısından bakarsanız, söylediği şey doğrudur. Aslında bu iki sözcük perspektifinden bakarsanız, konu tam olarak anlaşılmaz, ama o çok daha açıklayıcı iki sözcük daha eklemişti, sadece “Tarihin Sonu” dememişti ki. "Tarihin Sonu ve Son İnsan"ı demişti, gelinen noktayı özetlemek için. Bunu niçin söylemişti? İnsanın yapmış olduğu, öznesi olduğu tarih anlayışının sonlanmış olduğunu açık seçik ifade etmişti. Fukuyama, şunu söylemeye çalışıyordu. Diyordu ki, artık bundan sonra normal tarih değil, kurgulanmış bir tarih anlayışı egemen olacak, haberiniz olsun. O diyordu ki: “gelinen nokta artık, insanoğlunun, ulus-devletin bir başına kararlar manzumesi içerisinde müdahale edebileceği tarih değildir. Bu devir kapanmıştır onun için geçmişte kalan ‘Tarihin Sonu’yla birlikte “Son İnsan”dır. III. milenyumla birlikte ulus devletin öznesi durumundaki insanoğlu tarihin arkasından, tarihi yönlendirmesi işlevinden kurgulanacak olan tarihin önüne alınmıştır. Bu nedenle, diplomasi bitmiştir, insanoğlunun artık bir başına ilerleyemediği, olayları geliştiremediği bir noktaya gelinmiştir. İnsanoğlu, dolayısıyla ulus-devlet bundan sonra kurgunun, önceden kurgulamanın (fictious statecraft) makinaların, yapay zekânın egemen olduğu yapay bir çağa girmiştir. İşte insanoğlunun bundan sonra tarihin önünden adeta sararmış bir sonbahar yaprağı savrulmaya başladığı yeni serüveni başlamıştır. Küresel salgın bir kez daha göstermiştir ki, insanı ekonomik bir meta (homos-ekonomikos) olarak gören ‘İnsan Sonrası’ (Post-Human) döneme geçiş yapılmıştır. Tarih insanlık için sonlanmıştır. Kölelik şekil değiştirmiş, zihinler de işgal edilmeye başlanmıştır. Bunun güzel Türkçe’mizdeki anlamı ise “Bindik alamete, gidiyoruz kıyamete”dir.
Efendim, ABD, 1776’da sermayedar tüccarlar tarafından kurulmuştur. Ancak böyle olmasına karşın 244 yıllık tarihinin yüzde 93’ünü savaşla geçirdiği yadsınamaz bir gerçektir. Kızılderililerle başlayan savaşlar, neredeyse her kıtadan birçok ülkeyle sürmüş halen de örtülü, örtüsüz bir biçimde devam etmektedir. ABD ve XX. yüzyılla birlikte yer küre tarihinde oyun kurgulayan küresel finans ve III. Milenyumla birlikte dünyanın en büyük altı bilişim ve küresel tedarik sistemi etken ve güdüleyici bir rol üstlenmişlerdir. İşte bu sistemin başoyuncusu, taşeronu ABD’nin dünyadaki çatışma bölgelerinde bulunmasının sebebi hikmeti budur. ABD'de hiçbir devlet başkanı kendi döneminde "barış dönemi başkanı" olarak anılmamıştır. ABD'nin tüm başkanları savaş dönemi başkanları olarak anılmaktadır. Bu çarpıcı bir tespittir. İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan bu yana başlatılan askeri operasyonların neredeyse hepsi ABD tarafından başlatılmıştır. ABD kendisi tarafından başlatılan operasyonlarla girdiği yerle ilgili genel tutumunu gösteren tekerleme gibi veciz bir ifade vardır. “Amerika Eve Dönmez” (America don’t go home). Kuşkusuz, ABD öyle uluorta bir yere gelişi güzel girmez, önceden planlayarak, kurgulayarak girer. Tam olarak ifade edemedim, çatışma çıkarmak için bulunduğu bölgeleri de ilave etmek gerekir. ABD bir yerden, çıksa bile o bölgede kendi icadı vekâlet savaşı (Proxy War) ile kalmaya devam eder. İşte bu nedenle dünyanın büyük bir bölümünün ABD'yi dünya barışı için bir numaralı tehdit olarak görmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Efendim tekraren söyleyelim, ABD bir yere girdi mi, oradan çıkmaz, çıkmamak için elinden geleni yapar. Çünkü oraya bir çıkar için girmiştir, menfaati devam ettiği müddetçe orada kalmaya devam eder. Adeta bukalemun gibi devamlı olarak şekil değiştirerek varlığını devam ettirmeye çalışır.
Bütün bunlardan sonra şunu söylemem lazım, efendim bu uzun girizgâhı neden yaptım, biliyor musunuz sevgili okurlar, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin bir medya kuruluşuna yaptığı açıklama için. Her taşın altından çıkan büyük karıştıran Jeffrey, 1 Mayıs 2020 tarihinde yaptığı açıklamada, ağzındaki baklayı çıkararak, ' Rusya hariç, Türkiye, İran ve ABD de dâhil olmak üzere, 2011 yılından önce bulunmayan yabancı güçler çekilmelidir' deyivermiştir. Bu sözüyle kimleri kastetmiştir? Açıkça bellidir. Bir kere Rusya hariçtir, hedef Türkiye ve İran’dır. Açıklamayı okumaya devam edelim. Söyleyelim ABD’ yi kerhen dâhil etmiştir, bu korona günlerinde. 2011 tarihi iç savaşın başladığı tarihtir. Doğrudur. ABD diyor ki, RF, Sovyetler Birliğinden bu yana buradadır, rejimin çağrılısı olarak gelmiştir, kalıcılığı perçinlemelidir. İran için söylediğine bakılırsa İran, Suriye’den çıkarılamaz. “İran’ın, Suriye devleti ve toplumu içinde çok sağlam dayanaklara sahip olduğunu, birçok Arap devletinin Beşar Esad ile uyum içinde olmayacağını” kaydeden Jeffrery’nin, söylediğine bir bakar mısınız?
“Şam’la birlikte hareket etmek, onu İran’dan uzaklaştıracağına inanmak ise, “delice bir fikir”dir. Birçok Arap devleti, Suriye’yi İran yörüngesinden uzaklaştırabileceklerini iddia edebilirler. Ama ben bunu mümkün görmüyorum”
Şimdi hep beraber bakalım, peki, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin dolayısıyla ABD’nin Suriye’de hedef aldığı ülke kimdir. Doğrudan Türkiye’dir. RF çağrılı ve kalıcıdır, İran’ın Suriye’den çıkarılması da onun ifadesiyle 'DELİCE BİR FİKİR'dir. Kurgulanan budur, Türkiye aynen Kıbrıs’taki gibi, Suriye’yi de terk etmelidir. İşte onun için hep diyoruz ki, AB(D)’nin de NATO’nun hedefi Türkiye’dir. RF ile Türkiye’nin arasının bozulmasıdır. Libya’da RF ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmektir. İşte buna da James Jeffrey’nin yaptığı telekonferans toplantısından çarpıcı bir örnek:
7 Mayıs 2020 tarihinde ABD medyasında yer alan haberlere göre, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşleri Bürosu Direktör Yardımcısı Christopher Robinson ve Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşleri Bürosu Direktör Yardımcısı Henry Wooster, telekonferans üzerinden Libya'daki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu görüşmede Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşleri Bürosu Direktör Yardımcısı Christopher Robinson, Rusya'nın Libya'da siyasi barış sürecini zayıflatan ve çatışmaları artıran faaliyetlerde bulunduğunu vurguladıktan sonra şu veciz kıymetlendirmede bulunmuştur:
"Libya, Rusya'nın kendi dar siyasi ve ekonomik kazancı için sömürüye endeksli zararlı çabalarının yeni durağı olmuş durumda."
“Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” kabilinden bunun da hedefi dolaylı olarak Türkiye Cumhuriyetidir. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey bu amaçla her türlü aracı kullanmaya büyük özen göstermektedir. Bir kere şunu da yazalım, Ankara da ala-yı valayla karşılanan ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in artık rutin, normal haline gelmiş olan davranış biçimini de anımsayalım. Jeffrey bölgeye geldikten sonra mutlaka Suriye'de YPG/PKK'nın merkezine gidip, Suriye PeKaKa'sının elebaşısı Şahin Cilo ile görmektedir. Eğer kendisi Ankara’da iken durum acil ise, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM)’u Suriye'de YPG/PKK'nın merkezine göndermekte, oradan kendisiyle telekonferans ile irtibat tesis etmektedir. Hatta Bay Jeffrey, bazen CENTCOM komutanı Orgeneral McKenzie ile birlikte DAİŞ Karşıtı ABD Öncülüğündeki Koalisyon'un temsilcilerinden Büyükelçi William Roebuck’un Suriye PeKaKa’sı merkezinde bulunmasına bile özen göstermektedir. Pek yapmaz ya, bazen de örneğin Türkiye’ye sığınan Gaziantep’teki aşiret liderleriyle de görüşmektedir, ama kerhen… ABD her zaman gücün yanında, zor kullananın yanında olmuştur. İlişkilerinde kendi faydası dışında bir şey yoktur, ilişkileri sığdır, sahtedir ve alabildiğine yüzeyseldir.
Jeffrey her zaman, her devrin adamı olmuştur. Herkesin nabzına göre şerbet vermeyi çok iyi becermektedir, becerebilmektedir. Ayrıca açıklamalarında, söylemlerinde yerine göre yaptığı röportajlarında pragmatik bir biçiminde “onu da yaparız, bunu da yaparız” oynaklığı egemendir. Örnek o kadar çok ki, mesela, bunu bütün açıklığıyla Ankara’ya geldikten sonra 11 Mayıs 2020 tarihinde NTV Diplomasi Muhabiri Deniz Kilislioğlu'na verdiği özel röportajda çok rahat görebilirsiniz. Ne diyor Jeffrey Efendi, bu röportajında:
“Türkiye'nin İdlib'deki meşru çıkarlarını destekliyoruz. Türkiye'nin, mevcudiyetini destekliyoruz. Türk askeri İdlib'de kendini savunma hakkına sahip. Türkiye'nin rejim güçlerine karşılık vermesini anlıyoruz. NATO müttefiki olarak nasıl yardımcı olabileceğimizi araştırıyoruz.”
Efendim bütün bunlardan sonra lütfen “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demeyiniz. Bu pragmatik, tam bir yararcı yaklaşımdır. "Pragma"(yarar) ‘yı ön değer olarak gören Anglo-Sakson icadı tüm zamanların geçerli bir felsefî akımıdır. Eski dünya adası, Pax-Anglo-Sakson medeniyeti, yenidünya adası uygarlığı Pax Amerikano, “yararcılık” üzerine inşa edilmiştir. Ama “Faydacılık” hiçbir zaman bir etik anlayış olmamıştır. Eski deyimle söyleyelim, pragmatizm, maksadın tahakkuku için her şeyi mubah kılan bir yaklaşım ve açılımdır. Her zaman, elde edilecek sonuçtaki yarar ve başarı gerçeğin ölçüsü olarak ele alınır. Bu felsefi görüşün özünde yararcılık ve maddecilik vardır. ABD’nin Suriye’de ve Libya’da yeni kurgulaması Rusya’yla Türkiye’yi karşı karşıya getirmektir. Bütün bunlardan sonra demem odur ki, temennim, Ankara’nın bütün bunları görebilmesi ve gardını da buna göre almasıdır, sevgili okurlar.