EGE’DE TÜRK-YUNAN KARASULARI GENİŞLİĞİ ve KITA SAHANLIĞI SORUNU1
Dokümanı indirmek için tıklayınız.
GİRİŞ
Türkiye Ege Denizi’nde çeşitli deniz sorunlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Batı sınırdaşımız Yunanistan ile ülkemizin çok yönlü menfaatlerini önemli ölçüde ilgilendiren anlaşmazlıklar halen çözümlenmemiş olup, özellikle bu anlaşmazlıkların temeli olarak değerlendirilen, ayrıca ülke güvenliği ve savunmasını da yakından ilgilendiren karasularının genişliği sorunu, iki ülke arasında sürekli çatışmalara neden olmaktadır. Nitekim, Türkiye, Yunanistan’ın karasularını oniki mile çıkarması durumunda, bunun savaş nedeni olacağını açıklamıştır. Çünkü, Yunanistan’ın karasularını altı milden oniki mile çıkarması durumunda, Ege bir Yunan denizi haline gelecek ve altı mil uygulaması ile halen Ege’nin yarısına yakın bir kısmı üzerinde egemenlik haklarını kullanan ve bu alanı denetim altında bulunduran Yunanistan’ın egemenlik alanı Türkiye’ye kıyasla yirmisekiz kat artarak %71.5’e çıkacak ve aynı oranlarda kıta sahanlığı alanları da genişleyecektir.
Türk-Yunan ilişkileri 1999’da yaşanan deprem felaketlerinden sonra düzelme yoluna girmiştir. Bu durum karşısında, Yunanistan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne- AB’ye tam üyelik yolunu açmıştır denilebilir. Bu yumuşamaya, dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı ve daha sonra Başbakanı olan Yorgo Papandreu ile Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem öncülük etmişlerdir. Ancak, Yunanistan’ın 1982’de imzaladığı ve daha sonra onayladığı, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne-BMDHS dayanarak karasularını 12 mile uzatma hakkını, 1995’te kabul etmesi karşısında, Türkiye’nin de bunu tam olarak karar metninde geçmese bile “casus belli”, yani savaş nedeni sayarak TBMM’nin karar almasına neden olmuştur.
Günümüzde, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı alanı olarak kabul ettiği Doğu Akadeniz’de petrol arama faaliyetlerine başlaması ve bu deniz alanları ile ilgili olarak Libya ile 27 Kasım’da deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası imzalaması, Doğu Akdeniz’deki diğer ülkelerin özellikle Fransa, Malta, İtalya, İspanya, Portekiz ve Rum Kesimi’nin tepkisini çekmiş ve Yunanistan, Libya’nın Atina Büyükelçisi’ni Persona non grata (istenmeyen kişi) ilan etmiştir.
Bu gelişmeler karşısında, basın yayın organlarında dillendirilen ve yer alan haberlere ve resmi açıklamalara göre, Yunanistan’ın, karasularını oniki mile çıkartma hakkını, özellikle Türk kıyılarına yakın olan Ege’nin doğusu ile Doğu Akdeniz’de, yani ülkesinin batısında, Meis Adası, Girit Adası ve Rodos Adası’nın güneyinde kullanacağı ileri sürülmektedir. Bunun doğal sonucu olarak uluslararası hukuka aykırı biçimde Yunanistan’ın Ege adalarını kapsadığını kabul ettiği, ancak Türkiye ve NATO’nun kabul etmediği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin-ABD geçmişte karşı çıktığı oniki millik hava sahası da, karasularına göre eşitlenmiş ve adaların karasuları oniki mile çıkmış ve bu adaların kıta sahanlığı da kabullenilmiş olacaktır.
Bu uygulama ile Türkiye kıta sahanlığının büyük bir kısmını kaybedecek, açık denizlerle irtibatı önemli ölçüde kesilecek, münhasır ekonomik bölge üzerindeki haklarını kullanmayacak, açık denizlerdeki öncelik haklarından yararlanamayacak ve hava sahası kısıtlanacaktır. Bunun sonucu, batı kıyılarımızın tamamına yakın bir kısmı abluka altına alınmış olacaktır.
Türkiye’nin taraf olmadığı, ancak onaylanarak yürürlüğe giren, BMDHS hükümleri ile Türk ulusal mevzuatı ve uluslararası yargı kararları çerçevesinde, özellikle Ege ve Doğu Akdeniz’deki karasularının ve kıta sahanlığının durumu ve karasuları sınırlarının oniki mile genişletilmesi konusunda, Yunanistan’ın ve Türkiye’nin birbirlerine karşı ileri sürebileceği tezler üzerinde durulacaktır.
Türk milli menfaatlerinin korunması için karasularına ilişkin görüşlerin, ulusal ve uluslararası uygulamaların incelenmesi, özellikle Yunanistan tarafından ileri sürülen iddiaların tespit edilmesi ve bu tespitler doğrultusunda, Türkiye’nin görüşlerinin sağlıklı verilere dayalı olarak belirgin biçimde, siyasi, tarihi, ekonomik ve stratejik yönleriyle ortaya konulması gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan olası durumlar göz önüne alınarak, karasuları genişliği ile kıta sahanlığının belirlenmesi sorunu; yapıla geliş kuralları, uluslararası ve ulusal düzenlemeler, uygulamalar, doktrinde yer alan görüşler ile mahkeme kararları çerçevesinde ele alınarak, Türkiye ve Yunanistan arasındaki karasularının oniki mile çıkartılması yönünden Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki durum değerlendirilmektedir.
Uluslararası hukukun, devletlerden sonra gelen ikinci süjesi, uluslararası örgütlerdir. Uluslararası örgütleri, genel olarak, ikiden fazla devletin bir uluslararası andlaşma ile oluşturduğu, hukuk kişiliğine sahip, kendilerine özgü hukuksal yapıları olan, fonksiyonel görevleri bulunan, uluslararası düzeyde faaliyet gösteren, ticari amaç taşımayan kuruluşlar olarak tanımlayabiliriz2. Hükümetlerarası Uluslararası Örgütlerin kimi ölçütlere göre sınıflandırılması göz önüne alındığında, Devletler Arasında Eşgüdümü Sağlayan Örgütler ve Ulusüstü Örgütler, şeklinde bir ayrıma gidildiği gözlemlenmektedir. Ulusüstü Örgüt, kendisini oluşturan devletlerin bazı yetkilerinin örgüte devredildiği örgüt tipidir. Bu tip örgüte günümüzde en çarpıcı örnek ise, AB’ni oluşturan Avrupa Topluluğu’dur.
9-10 Aralık 1991 Tarihinde Topluluk Üyesi Devletlerin başbakanları veya devlet başkanlarının Maastricht’de yaptıkları toplantı sonucunda, Avrupa Birliği Hakkında Andlaşma kabul edilmiş ve üye devletlerde gerçekleştirilen yoğun tartışmalar ve takip edilen süreç sonunda, 7 Şubat 1992 Tarihinde imzalanmıştır. Daha sonra bu Andlaşma, 1 Kasım 1993 Tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece, Avrupa’nın entegrasyonu ve topluluktan siyasi birliğe geçişin çok önemli bir adımı atılmış bulunmaktadır3. Maastricht Andlaşması ile Topluluk kurumları güçlendirilmiş ve daha geniş yetkilere sahip olmuş, böylece AB doğmuş ve AB adını almıştır4
Tüm bunlara karşın, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama faaliyetleri çerçevesinde ilan ettiği NAWTEX nedeniyle, AB’ye üye olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs; kendi deniz alanlarını, AB deniz alanlarının sınırı olduğu yönünde görüşler ileri sürerek olaya müdahale etmesini istemektedir. Yunanistan bu deniz alanlarının egemenlik ve yetki alanları içinde olduğunu özellikle ileri sürerek, karşı çıkmakta ve AB’yi yanına almak için çabalar harcamaya başlamıştır. Bunun sonucu Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarında, özellikle kendisine çıkar sağlamak amacıyla Fransa devreye girmiş ve Yunanistan’a destek çıkmış ve Türkiye’nin tutumunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Türkiye aleyhine AB’nin yaptırım kararı alması yönünde girişimlerde ve Doğu Akdeniz’de silahlı güç gösterisinde bulunmaya başlamış, bunu tam olmamakla birlikte Almanya da desteklemiştir.
Genel olarak hangi terim kullanılırsa kullanılsın, uluslararası andlaşma, uluslararası hukukun iki veya daha fazla sayıdaki süjeleri arasında hak ve yükümlülükler doğurmak suretiyle bir hukuki ilişki kurmak, varolan bir hukuki ilişkiyi değiştirmek veya ortadan kaldırmak amacıyla yapılan yazılı irade uyuşmaları olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası Hukukun birinci süjesi konumunda olan devletlerin, andlaşmalara taraf olma veya olmama şeklinde siyasi tercihleri bulunmaktadır. Bu siyasi tercihin temelini, devletin egemenlik hakkı oluşturmaktadır. O nedenledir ki, bir devlet veya örgütün, diğer bir devlete bir andlaşmayı zorla kabul ettirmesi veya o anlaşma hükümlerinin taraf olmamasına karşın o devlete etkide bulunması, kural olarak mümkün değildir. Bununla birlikte, kimi durumlarda andlaşma hükümlerinin, taraf olmayan devletlere karşı olumlu veya olumsuz bir etkisi söz konusu olabilmektedir. Bu istisnai durumlar, bir devletin siyasal yapısı, bir ülkenin silahtan ve/veya askerden arındırılması; uluslararası deniz veya akarsu yollarının statüsü ve bazı uluslararası örgütlerin hukuk kişiliği şeklinde açıklanabilir.
Bir uluslararası örgütün herhangi bir andlaşmaya taraf olması ve kendisi yönünden hüküm doğurabilmesi için, uluslararası bağlanma işlemlerinin tamamlanması gerekmektedir. Bu bağlamda, Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunun oluşturduğu Avrupa Topluluğu’nun-European Community örgüt olarak andlaşmalara taraf olma yetkisi bulunduğundan, BMDHS’ye 1 Nisan 1998 Tarihinde taraf olmuştur5. Dolayısıyla, söz konusu Sözleşme, bu tarihten itibaren Avrupa Topluluğu’nun dolayısıyla, AB’nin kendi mevzuatı haline dönüşmüştür. Ancak, AB’ye üye olan devletlerin sınırları aynen muhafaza edilmekte, AB’ye üye olan devletler yönünden oluşturulan Schengen Bölgesi’nde sınır kontrolü uygulamamaları öngörülmekte ve Avrupa Vatandaşlığı’na sahip kişilerin pasaport kontrolünden geçmeden bir Schengen ülkesinden diğerine serbestçe seyahat edebilmeleri ve serbest dolaşım hakkı verilmektedir.
Evrensel nitelikli olan ve tüm Dünya devletlerini kapsayan Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2 nci maddesinin 1 inci fıkrasındaki “egemen eşitlik” kavramı doğrultusunda, bu ilke ile ilgili olarak yer verilen diğer bir ilke de, 7 nci fıkrasındaki “milli yetki-ulusal yetki-exclusive jurisdiction” ilkesidir. Söz konusu fıkranın birinci kısmı aynen, “İşbu Andlaşmanın hiçbir hükmü, ne özü itibariyle bir Devletin milli yetkisi içinde bulunan işlere Birleşmiş Milletlerin karışmasına cevaz verir ve ne de Üyeleri bu gibi işleri, bu Andlaşma gereğince bir çözüm tarzına bağlamağa icbar eder.” şeklindedir. Uluslararası hukukta bir konunun “milli yetki-ulusal yetki” içine girip girmediği tartışmalıdır. Bununla birlikte, devlet ülkesine ilişkin sorunların, milli yetki içine giren konulardan olduğu kabul edilmektedir6. Devletin ülkesi ise, sınırları belirlenmiş toprak parçasını ifade etmektedir. Bu bakından, Uluslararası Adalet Divanı’nın Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı ile ilgili olarak vermiş olduğu 19 Aralık 1978 Tarihli Kararı’nda7, ülkesel yetki ile ilgili olarak gösterdiği gerekçenin, konumuz açısından önem taşıdığı düşünülmektedir.
Yunanistan; bu davada Uluslararası Adalet Divanı’nın-UAD yetkisi konusunda; gerek kendisinin gerekse Türkiye’nin 1928 Tarihli Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçıl Yöntemlerle Çözümlenmesine İlişkin Genel Senete8 taraf olduklarını ve aralarında ortaya çıkan hukuksal bir uyuşmazlığı belli bir sürede çözümleyemedikleri ve hakeme de başvuru kararı almadıkları takdirde, Divan’na götürme hakları olduğunu ileri sürmüştür. UAD, bu görüşe karşılık, Yunanistan’ın 1928 Tarihli Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçıl Yöntemlerle Çözümlenmesine İlişkin Genel Senete taraf olduğu sırada, ülkesel yetki alanına giren konuları bir çekince ile söz konusu Senedin kapsamı dışında bıraktığını ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaların da ülkesel yetki alanına girdiğini belirterek, davaya bakma yetkisi olmadığını kabul etmiştir.
UAD’nin bu gerekçesinden hareket edildiğinde, karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlandırılmasının da, ülkesel yetki-milli yetki-ulusal yetki kapsamında olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, AB’nin, deniz alanlarını, başka bir anlatımla sınırlarını belirleyen BMDHS’ye, göre tespit edilmesi konusunda Türkiye’yi yaptırımlar uygulayarak zorlamasının bu aşamada mümkün olamayacağı gibi, Ege ve Doğu Akdeniz’deki deniz alanları ile ilgili olarak egemenlik ve yetkisi altında bulunan deniz alanlarına müdahale etmesi de uluslararası hukuk bakınmından mümkün değildir.
BMDHS, 30 Nisan 1982 Tarihinde 130 olumlu, 17 çekinser ve 4 karşı oy ile kabul edilmiştir. Konferansta, Türkiye Sözleşme’ye karşı oy kullanmış ve daha sonra da imzalamamıştır. 16 Kasım 1994 Tarihinde yürürlüğe giren Sözleşme’ye Türkiye taraf değildir ve şu anda ikiyüze yakın devlet ve AB tarafından onaylanmıştır9. Dolayısıyla, uluslararası hukukun teamülü kurallarının Sözleşme’de düzenlenmiş hükümleri dışındaki hükümlerinin, Türkiye’ye karşı ileri sürülmesi yasal yönden mümkün değildir. BMDHS’nin “Karasuları” başlığını taşıyan 3 üncü maddesiyle karasularının genişliği ile ilgili hüküm; “Her devlet karasularının genişliğini, işbu Sözleşmeye uygun olarak belirlenen esas çizgilerden başlayarak, oniki deniz milini geçmeyecek bir sınıra kadar saptamak hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. 3 üncü maddede yer alan bu kural, tüm devletlerin uyguladığı bir teamül-yapılageliş kuralı değildir. Ancak, azami oniki deniz mili genişlik Sözleşmeye taraf oldukça yaygın devlet tarafından uygulandığı için teamül-yapılageliş kuralı oluşturduğu görüşleri ileri sürülmektedir10. Bununla birlikte, bugün için, bu kuralın teamül-yapılageliş kuralı oluşturduğunu kesin bir biçimde söylemek ve kabul etmek olası değildir. Dolayısıyla, AB, bu kuralın teamül-yapılageliş kuralı haline dönüştüğünü ileri sürerek, Yunanistan’ın karasularını oniki mile çıkarmasını destekleyebilir ve Türkiye’yi bu yönde zorlar ve karasuları sınır sorunu halledilmedikçe, üyeliğe kabulün mümkün olamayacağını ve yaptırımlar uygulayabileceğini ileri sürülebilir. Ancak, bu durum Türkiye’nin deniz alanlarındaki egemenlik ve yetkilerini ortadan kaldırılmasına ve haklarından vazgeçmesine neden olamaz.
Diğer taraftan, Yunanistan’ın karasularını oniki mile çıkarma konusundaki girişimleri ve kimi iddiaları ile AB’nin yaptırımlar uygulaması Türkiye’yi hem BMDHS’ye taraf olmaya hem de UAD’ye gitmeye zorlamaktadır. Bu iddialara karşı, Türkiye’nin tezleri, aynı zamanda AB’ye karşı da ileri sürülebilecek tezlerdir11.
Lozan’da imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından 340 Sayılı Kanun ile onaylanan Lozan Sulh Muahedenamesinin12 1 inci Kısım, 1 inci Faslı, “Araziye Müteallik Ahkâm” başlığını taşımakta ve bu Fasıl içinde yer alan 2-22 nci maddelerin kara, başka bir ifadeyle, arazi konusunda olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca, sınırlandırma konusu ile ilgili olarak oluşturulan Sınırlandırma Komisyonları, “sınırları toprak-arazi üzerinde çizmek” üzere görevlendirilmiştir13, denilmektedir. Bununla birlikte, 3 üncü maddesindeki, “hududu bahriye, sahilden üç milden dûn mesafede kâin ada ve adacıkları ihtiva eder.” ile 12 nci maddesindeki, “Asya sahilinden üç milden dûn mesafede kâin adalar, işbu muahedename hilafına sarahat bulunmadıkça, Türkiye hakimiyeti altında kalacaklardır.” ibareleri Yunanistan tarafından çeşitli yorumlarla değerlendirilmektedir. Ancak, Lozan’da yer verilen üç mil ifadesi ile Türk karasuları genişliğini, aynı bağlamda ele alarak değerlendirmenin gereksiz tartışmalar dışında, bir sonuç yaratmayacağı düşünülmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere, Muahedenamenin 2-22 nci maddelerini içeren 1 inci Faslı sadece karalara ilişkin hükümleri kapsamaktadır. Bu nedenle, karalarla ilgili hükümlerden yola çıkılarak ve bazı yorumlarla denizlere ve karasularına ilişkin hükümler çıkarmak mümkün olmadığı gibi, bu yorum Muahedenameyi imza ve onaylayan devletlerin iradelerine ters düşecektir. Zira, 23 Mayıs 1969 Tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin14 31 inci maddesinin birinci paragrafında, “Bir andlaşma, andlaşmanın bağlamı-bütünü-contexte içinde terimlerin olağan anlamına uygun olarak iyi niyetle ve konu ve amacının ışığı altında yorumlanmalıdır.” şeklinde ifade edilen hükümler, yukarıda belirtilen görüşü doğrulamakta ve yorumun, ancak karalarla ilgili olarak yapılabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle, 3 ve 12 nci maddelerde yer alan üç mil kaydı, karasularının genişliğini ifade etmeyip, Türkiye’nin, Ege Denizi’nde sahip olduğu kara parçalarının sınırını saptamaktadır. Ayrıca, Lozan Konferansı müzakere zabıtlarında da, üç milin karasularının sınırı olduğunu gösteren herhangi bir kayda rastlanılmamaktadır. Kaldı ki, Muahedenamenin içeriğinde ve ekli haritalarda çizilen sınırlar dışında kalan kara parçaları üzerinde egemenliğe sahip olmadığını belirten 16 ncı madde ile birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Diğer taraftan, böyle bir uluslararası bir düzenlemede amaç, karasularının genişliğini saptamak olsa idi, bunun açıkça belirtilmesi gerekirdi. Oysa, o günkü uluslararası hukuk kurallarına göre, ada ve adacıkların karasularının sınırının saptanamaması, konunun karalara ilişkin, başka bir anlatımla adaların sınır ve aidiyetini belirleyen bir düzenleme olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Ancak, uygulamada Ege Denizi’ndeki karasuları genişliğinin üç mil olduğu yönünde geniş kabul bulunmaktadır.
Bununla birlikte, 476 Sayılı Karasuları Kanunu ile Türk karasuları genişliği üç milden altı mile çıkarılmış ve bu düzenlemeye Lozan Sulh Muahedenamesine taraf olan devletlerden hiç biri karşı çıkmamıştır. Bu Kanun ile Ege Denizi’nin açık deniz bölümlerinin bir kısmı, Türk karasularına dahil edildiğinden, kendilerini yakından ilgilendiren uluslararası deniz trafiği yönünden Muahedenameye taraf devletlerin karşı çıkmaları beklenirdi. Bu husus da, Lozan Sulh Muahedenamesinin karasuları ilgili hüküm içermediğini açıkça ortaya koymaktadır.
1950’li yıllara kadar Türk mevzuatında karasularının genişliğini belirleyen kesin ve açık bir kuralın bulunmaması, bu boşluğun doldurulmasını gerektirmiş ve 1955 yılının ortalarında, bakanlıklar arası bir komisyon oluşturularak hazırlık çalışmalarına başlanılmıştır. Hazırlanan tasarı 31 Mayıs 1962 Tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulmuş ve Millet Meclis ve Senato’daki görüşmeler sonunda kabul edilen tasarı, 25 Mayıs 1964 Tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak üç ay sonra da yürürlüğe girmiştir15.
Kanunun 1 inci maddesine göre, Türk karasuları Türkiye ülkesine dahildir ve genişliği altı deniz milidir. Maddeye göre, bir deniz mili 1852 metre olarak tespit edilmiştir. Kanunun 2 nci maddesinde, karasuları daha geniş olan devletlere karşı, Türk karasuları genişliğinin mütekabiliyet esasına göre tespit edileceği ve 3 üncü maddesinde ise, Türk kara ülkesinin komşu devlet kara ülkesine mesafesinin her iki devletin karasularının genişliğinin toplamından az olması halinde, aksine bir anlaşma mevcut değilse, orta hattın Türk karasularının dış sınırlarını belirlediği ifade edilmiştir.
Bakanlar Kurulu tarafından, 476 Sayılı Kanun’da yer almayan bir yetki kullanılarak Karadeniz ve Akdeniz’de karasularının genişliği oniki deniz mili olarak belirlenmiş, Ege Denizi’nde ise, altı mil ve mütekabiliyet-karşılıklılık esası uygulanmıştır. Geçen süreç ve uluslararası deniz hukukunda meydana gelen gelişmeler sonucu, Ege Denizi’nde uygulanan karşılıklılık esası sorunlar yaratmaya başlamıştır. Bunun temel nedenini, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde karasularını oniki deniz miline çıkarmak istemesidir. Türkiye’ye çok yakın mesafede bulunan Yunan adaları, Midilli, Sakız, Sisam, Kalimnos, İstanköy, Sönbeki, Rodos ve Meis adaları ile kıyılarımız arasındaki genişlik her iki ülkenin karasuları toplamından daha az olduğu için orta hat, daha geniş deniz alanlarında ise, karşılıklılık esasına göre, genişlik altı mil olarak tespit edilmiştir. Bu durumda, Türkiye’nin Güneybatı kıyıları, Doğu Akdeniz ve Ege’deki açık deniz alanlarından ayrılmakta, bu kıyılardan açık denizlere açılmak isteyen Türk veya yabancı bandıralı deniz araçları zararsız geçiş hakkından yararlanarak Yunanistan karasularından geçmek zorunda kalmaktaydılar. Yunanistan’ın karasularını oniki deniz miline çıkarması, Türkiye açısından bir yarar sağlamamakta ve Türkiye’nin Ege Denizi kıyıları, üç bölge dışında, açık deniz alanlarından tamamen ayrılmış olmaktaydı. Bu durumda, Ege Denizi bir Yunan denizine dönüşmekte ve tüm ülkeler için açık deniz niteliğinde olan su yolları ortadan kalkmış olacaktı.
Karşılıklılık esasının bazı denizlerde, özellikle dar deniz alanlarında uygulanmasının pratik açıdan mümkün olamayacağı, dış sınırları ülkenin siyasi sınırlarını oluşturan karasularının karşılıklılık esasına göre düzenlenmesiyle, ülke sınırlarında belirsizlik meydana geleceği hususları göz önünde bulundurulması gerekiyordu. Nitekim, karşılıklılık esasının bu sakıncaları ve Türkiye açısından doğuracağı aleyhe sonuçlar nedeniyle, Türkiye, Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda oniki mil kriterini ileri süren Yunanistan karşısında, denizlerin özellikleri, hakkaniyet ilkesi, yarı kapalı denizler gibi, hususların BMDHS’de yer almasını savunmuştur. Bu nedenler yanında, özellikle Yunanistan’a karasularını genişletme olanağı tanıması ve bunun yaratacağı sakıncalar da göz önüne alınarak Konferans’tan sonra mevzuat değişikliğine gidilerek, 2674 Sayılı Karasuları Kanunu’nda mütekabiliyet esasına yer verilmemiştir.
Uluslararası deniz hukukunda meydana gelen gelişmeler ve değişimler, Türk milli mevzuatının yeniden düzenlenmesini gerektirmiş ve 476 Sayılı Karasuları Kanun’u yetersiz kaldığı16 için yeni bir kanun çıkartılması ihtiyacı doğmuş ve bir kanun teklifi hazırlanmıştır.
Teklif, önce Danışma Meclisi Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Komisyonları’nda görüşülmüş ve karasularının genişliği ve sınırlandırma ilgili 1 inci ve ikinci maddeleri, gerekçede gösterilen amacı açık olarak ifade etmek üzere yeniden yazılarak benimsenmiş ve Danışma Meclisi tarafından 29 Nisan 1982 tarihinde kabul edilmiştir. Daha sonra, Milli Güvenlik Konseyi Milli Savunma Komisyonu, Danışma Meclisi’nin kabul ettiği teklifin 1 inci maddesinde yer alan teknik terimleri, anlatım amacına uygun ve belirgin şekilde yeniden düzenlemiş, nesafet ilkesini hakkaniyet ilkesi ile aynı bağlamda değerlendirerek, anılan bu terimi metinden çıkarmıştır. Ayrıca, 2 nci madde de, 1 inci madde doğrultusunda değiştirilerek kabul edilmiş ve Milli Güvenlik Konseyi’nin 20 Mayıs 1982 Tarihli gizli oturumunda benimsenerek kanunlaşmıştır.
Kanunun, karasularının genişliği ile ilgili olan 1 inci ve 2 nci maddeleri incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır. “Türk karasuları Türkiye ülkesine dahildir ve Türk karasularının genişliği altı deniz milidir.” hükmü her iki kanunda da yer almaktadır. 476 Sayılı Karasuları Kanunu’nda bir deniz milinin 1852 metre olduğu açıklanmasına karşın, 2674 Sayılı Kanunda bu hükme yer verilmemiştir. Bunun nedenini, bu ölçünün genel kabul görmesi ve deniz hukuku ile ilgili sözleşmelerde yer alması oluşturmaktadır.
476 Sayılı Kanunun 2 nci maddesi ile karasuları daha geniş olan devletler yönünden, Türk karasularının mütekabiliyet esasına göre, belirlenmesine karşın, 2674 Sayılı Kanunun 1 inci maddesinin üçüncü fıkrasıyla bu ilke terk edilmiş ve Bakanlar Kurulu belirli denizlerle ilgili kuralların tespit edilmesi konusunda yetkili kılınmıştır. Maddeye göre, Bakanlar Kurulu bu yetkiyi kullanırken, söz konusu denizlerin özelliklerini ve hakkaniyet ilkesini göz önünde bulunduracaktır. Anılan maddede açıkça belirtilmemiş olmasına karşın, belirli denizler ifadesinden kastedilen denizlerin, Akdeniz ve Karadeniz olduğu anlaşılmaktadır. Bakanlar Kurulu’na bu konuda yetki verilmesinin nedeni, anılan denizlerde sahili bulunan devletlerin kara ülkelerinin, Türk kara ülkesine mesafelerinin karasuları genişliği toplamından fazla olmasıdır. Altı deniz mili olarak tespit edilen karasuları genişliğine, aynı maddenin üçüncü fıkrası istisna getirerek her iki denizde idari tasarrufla, diğer uygulamalarına göre, altı milin üzerinde olmak üzere, karasularını genişletme imkânı tanınmıştır. Bu durumda genişlik konusunda, Karadeniz’de sahili bulunan Rusya Federasyonu, Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan, Romanya ve Akdeniz’de bulunan Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile anlaşma yapılması söz konusu olmamakla birlikte, bu ülkeler içinde sahilleri bitişik olanlarla karasularının yan sınırlarını tespit etmek üzere anlaşma yapılması öngörülmektedir.
Bakanlar Kurulu, 2674 Sayılı Kanunun 1 ve 3 üncü maddeleri uyarınca yetkisini kullanmış ve Karadeniz ile Akdeniz’de mevcut durumun sürdürülmesine karar vermiştir. Ancak, Karadeniz ve Akdeniz’de sürdürülmesi öngörülen mevcut durumdan ne anlaşılması gerektiği konusunda, tereddütlere düşülmektedir. Zira, 476 Sayılı Kanun’un geçerli olduğu dönemde daha önce de açıklandığı üzere, Karadeniz ve Akdeniz’de mütekabiliyet esası benimsenmiş, ancak uygulanacak kriter konusunda herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Daha sonra, 1981 yılında Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanuna dayalı olarak çıkarılan 8/2642 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Kararı ile sadece Karadeniz’de Türk karasularının oniki mil olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. 2674 Sayılı Kanun’da zikredilen ilkeler doğrultusunda hazırlanması gereken kararnamede, “denizlerle ilgili bütün özellikler ve durumlar ile hakkaniyet ilkesine” yer verilmemiş, genişliğe ilişkin bir kriter oluşturulmamış ve konu ayrıntılarıyla ortaya konulmamıştır17.
2674 Sayılı Kanununda, 476 Sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yer verilen “Türk kara ülkesinin komşu bir devlet ülkesi ile mesafesi her iki devletin karasuları genişliği mecmuundan az olduğu takdirde, aksine anlaşma olmadıkça, orta hat Türk karasularının dış hududunu teşkil eder.” hükmüne benzer bir hükme yer verilmemiştir. Ancak, gerek 1958 Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nin 12 nci maddesi gerekse, BMDHS’nin 15 inci maddesinde yer verilen, sahilleri bitişik ya da karşı karşıya olan devletler arasında bir anlaşma olmadığı takdirde orta hat kuralının uygulanacağının öngörülmüş olması ve bu kuralın uluslararası hukukun teamül kuralını oluşturması nedeniyle, Ege Denizi’nin belirli bölümlerinde anlaşma sağlanıncaya kadar uygulama, bu kural doğrultusunda süregelecektir.
Bu bağlamda, Kanunun 2 nci maddesi, Türkiye ile kıyıları bitişik veya karşılıklı olan devletler arasında karasularının anlaşma ile sınırlandırılacağını, anlaşmanın bölgenin tüm özellikleri ve durumları göz önünde bulundurularak hakkaniyet ilkesine göre yapılacağını belirtmektedir. Maddede yer alan “bölge” ifadesinden denizlerimizle ilgili belirli bir bölgenin yani, Ege Denizi’nin kastedildiği anlaşılmaktadır. 1 inci madde genişlik, 2 nci madde ise sınırlandırma ile ilgili olduğundan, 2 nci maddeye göre sahilleri bitişik ve aralarındaki deniz alanları her iki ülkenin karasuları genişliği toplamından az olan devletler arasında anlaşma yapılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
2674 Sayılı Kanun’un karasularının sınırlandırılmasına ilişkin getirdiği bu yeni hükme göre, “Türkiye ile kıyıları bitişik veya karşılıklı olan devletler arasında karasularının anlaşma ile sınırlandırılır. Bu anlaşma bölgenin bütün özellikleri ve durumları göz önünde bulundurularak, hakkaniyet ilkesine göre yapılır.” Madde gerekçesinde “Bu madde ile dış politikanın temel ilkeleri doğrultusunda, Türkiye ile kıyıları bitişik veya karşılıklı kıyıları olan devletlerin kıyıları arasında karasularının sınırlandırılmasının bölgenin özellikleri ve hakçalık ilkesi göz önünde tutularak anlaşma ile yapılması esası getirilmiştir18”
Lozan Andlaşması ile Ege Denizi’nde sadece adalar yönünden yapılan düzenleme dışında, bitişik ve karşılıklı kıyılarımız olan Yunanistan ile karasuları sınırlandırılmasına ilişkin bir anlaşma bulunmamaktadır.
Dünyanın önemli deniz ticaret filolarına sahip olmasına karşın, 1936’dan itibaren altı mil kriterini uygulayan Yunanistan, 1970’li yıllara kadar denizlerin serbestliği ilkesini savunarak uzun süre karasularının genişletilmesine karşı çıkmış ve Birinci ve İkinci Deniz Hukuku Konferansları’nda da bu görüşünü ileri sürmüştür. 1970 yılından itibaren gerçek niyetini belirgin bir biçimde ortaya koyan Yunanistan, son Deniz Hukuku Konferansı’nda karasularının genişletilmesi konusunda, oniki mil kriterinin azami bir ölçü olmayıp, sabit bir ölçü olarak sözleşme metnine geçmesi için büyük çaba harcamıştır. Ancak, bunda başarılı olamamış ve BMDHS’nin “Karasuları” başlığını taşıyan 3 üncü maddesiyle karasularının genişliği ile ilgili hüküm; “Her devlet karasularının genişliğini, işbu Sözleşmeye uygun olarak belirlenen esas çizgilerden başlayarak, 12 deniz milini geçmeyecek bir sınıra kadar saptamak hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. Böylece, sabit ölçü yerine kıyı devletlerine oniki mile kadar uzayan bir karasuları genişliği tespit etme hakkı, belli istisnalar dışında tanınmıştır.
Ege’de karasuları ile ilgili olarak oniki mil uygulaması konusunda hukuki temel arayışı içinde olan Yunanistan, bu arayışları çerçevesinde çeşitli görüşler ileri sürmektedir.
Türk karasularını altı mil olarak tespit eden ve bu ölçünün üstünde mütekabiliyet esasını kabul eden 476 Sayılı Karasuları Kanunu yayımlandıktan sonra, Yunanistan yıllardır altı mil kriterini uygulamasına karşın, bunu şiddetle protesto etmiştir. Yunanlı yazarlar ve Yunanistan bu konuda Lozan Barış Andlaşmasının 12 nci maddesi ile Türkiye ve İtalya arasında 4 Ocak 1932 tarihinde akdedilen, ardılı olduklarını iddia ettikleri İtilafnameyi ileri sürmektedirler. Lozan Barış Andlaşmasının 12 nci maddesi aynen, “Asya kıyısından üç milden az mesafede bulunan adalar, işbu andlaşmada aksine açıklık bulunmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaklardır.” şeklindedir. Karasularının genişliği ile hiçbir şekilde ilgisi bulunmayan ve tamamen adaların aidiyeti ile ilgili söz konusu madde, bazı Yunanlı siyasetçiler ve yazarlar tarafından, Türkiye’nin karasuları genişliği konusunda üç mil kriterini kabul etmiş olduğu şeklinde yorumlanmaktadır.
Diğer taraftan, Ege Kıta Sahanlığı Davası’nda ise, Yunanistan; Türkiye ile İtalya arasında 4 Ocak 1932 Tarihli Anadolu Sahilleri ile Meis Adası Arasındaki Ada ve Adacıkların ve Bodrum Körfezi Karşısındaki Adanın Ciheti Aidiyeti Hakkında İtilafname”nin19 5 inci maddesini ileri sürmektedir. Söz konusu madde ile sadece, Oniki Adalar ile Türkiye arasında karasuları sınırı tespit edilmektedir. Kaldı ki, bu konuda, bir sorun yaşanmamaktadır.
Oniki mil konusunda bir hukuki temel arayışı içinde olan Yunanistan, karasularının genişliğinin tespit edilmesini, sahildar devletin egemenlik yetkisi içinde değerlendirmektedir. Yunanistan’ın bu konuda ileri sürdüğü görüşe göre, BMDHS’nin 3 üncü maddesine ve uluslararası hukuka göre, karasularının azami genişliği oniki mildir, Yunanistan bu Sözleşme’ye taraf olduğundan, takdir yetkisini istediği şekilde kullanabilir ve karasularını oniki mile kadar genişletebilir. Yunanistan bu görüşünü, genel çizgileriyle Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda da ileri sürmüş ve bugün de sürmektedir.
Yunanistan, Türkiye’nin farklı özellikler arzeden kıyıları karşılıklı ve bitişik belirli deniz alanlarında özel durumların da göz önünde bulundurulması, genişliğin taraflar arasında andlaşma yoluyla, hakkaniyete göre tespit edilmesi görüşüne, taraflar anlaşma sağlanmaması durumunda, sadece eşit mesafe kuralını ileri sürerek karşı çıkmaktadır. Yunanistan’a göre, her ülkenin karasularını oniki mil olarak tespit etme hakkı vardır. Adalar, devletin ülkesinin ayrılmaz parçasıdır. Adaların da karasuları ve kıta sahanlığı vardır. Kıta ülkesinin deniz alanlarının tespit edilmesinde uygulanacak esaslar adalar için de geçerlidir.
Ege’deki adaların oniki mil kuralı dışında kalamayacağı, adaların ülkesiyle bir bütün oluşturduğu görüşü ile Yunanistan, bu kriterin adalara da uygulanabileceğini ileri sürmektedir. Özellikler arz eden denizlerde, özel durumların göz önünde bulundurulması, genişliğin ilgili ülkeler arasında andlaşma yolu ile ve hakça ilkelere göre tespit edilmesi görüşünü kabul etmeyen Yunanistan’a göre, Ege’deki Yunan adaları kıta ülkesiyle siyasal ve ekonomik bir bütünlük oluşturmaktadır. Uluslararası hukukta, devletlerin ülke bütünlüğü ve bölünmezliği ilkesi kabul edilmiştir. Bu nedenle, Ege’de deniz alanları ile ilgili düzenlemeler yapılırken, bu ilkenin göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü, Yunanistan kıta ülkesi yanında adalardan oluşmaktadır. Adalar arasındaki en uzak mesafe kırk deniz mili olasına karşın, birbirlerine yakın olduğu için, bu adaların birleştirilerek esas hatların belirlenmesi ve adalara takımada rejimi uygulanması gerekmektedir.
Yunanistan’ın, karasularını oniki deniz miline çıkarması durumunda, Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarının ortadan kaldırılmasının en kestirme yolu olacak, sonuçta Ege ve Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığının yaklaşık %90’ının Yunanistan’a devredilmesi gibi, hakkaniyet ilkesine, uluslararası hukuk ile mahkeme kararlarına ve uygulamaya aykırı ve deniz alanları yönünden kabul edilemez ölçüde Türkiye’nin aleyhine bir sonuç doğacaktır.
Yunanistan tarafından ileri sürülen bu iddiaların uluslararası hukuk ve anlaşmalardan doğan haklarımız çerçevesinde, hukuki ve siyasi açıdan ele alınması, Yunan iddialarının geçersizliğinin kanıtlanması, bu bağlamda gerek öğretide yer alan gerekse Türk-Yunan ilişkileri ile ilgili olarak ileri sürülen resmi görüşlerin belirlenmesi gerekmektedir.
Yunanistan, her devletin karasuları genişliğini tespit etme hakkına sahip olduğunu ortaya koyarak karasularının oniki mil olarak tespit edilebileceğini iddia etmekte, bu iddiasını BMDHS’nin 3 üncü maddesini ortaya koyarak temellendirmeye çalışmaktadır20. Türk görüşünde de, karasularının tespit edilmesi konusu, sahildar devletin egemenlik alanı içinde değerlendirilmektedir. Ancak, konunun uluslararası yönü olduğunu vurgulayan Türkiye, bu yetkiyi kullanan devlete karşı diğer devletlerin itiraz etmemesi, uygulamanın diğer devletler tarafından da tanınması-kabul edilmesi koşulunu ileri sürmektedir21. Nitekim, egemenlik kavramının, duruma göre, bazen karar serbestliğini belirttiği, bazen de uluslararası hukukla sınırlandırılmış yetki anlamında kullanıldığı görülmektedir22. Ancak, bu kavranın ülkesel yetkilere ilişkin olarak kullanıldığı durumlarda uluslararası hukukun getirdiği zorlamaları da kapsayan bir kavram biçiminde anlaşıldığı gözlemlenmektedir. Bu bakımdan, egemenlik bir devletin uluslararası hukuka dayalı olarak sahip olduğu yetki ve dolayısıyla uluslararası hukuk kurallarından doğan ve devletin sözleşmelerle kabul ettiği sınırlamalara tabidir.
Karasularının sınırlarının tespit edilmesi, ülke sınırlarının tespit edilmesi ile yakından ilişkilidir. Bu durumda, devletin komşu devletlerle anlaşarak sınırlarını tespit etmesi gerekir. Sınırların açık biçimde anlaşma ile belirlenmesi devletler arasında barışı temin eden bir husustur. Yunan karasularının altı milden oniki mile çıkarılması ile iki ülke arasında mevcut sınırların değişeceği ortadadır. Bu durumda, karasuları genişliği de dahil olmak üzere, Türk ve Yunan, sınırlarının her iki devlet arasında barışçıl yöntemlerle, diğer bir ifade ile Türkiye’nin savunduğu gibi, eşit uzaklık veya ortay hat kriteri yanında, kıyıları bitişik ve karşılıklı denizlerde anlaşma yoluyla tespit edilmesi gerekmektedir.
BMDHS’ye ve uluslararası uygulamaya göre, ilk bakışta bir devletin karasularını oniki deniz miline kadar tespit etmesinin, uluslararası hukuka aykırı olmadığı düşünülebilir. Ancak, bir devletin mevcut karasuları statüsünü değiştirerek, karasularını genişletmesi ve uygulamanın geçerli olabilmesi için, diğer devletlerin bu uygulamayı kabul etmiş olmalarına bağlıdır. 1951 Tarihli İngiltere-Norveç Balıkçılık Davası ile ilgili UAD Kararı’na göre, deniz alanlarının sınırlandırılması konusunun uluslararası bir yönü bulunmaktadır. Bu bakımdan, sahildar devlet, sınırlandırmayı sadece, kendi iç mevzuatına göre tespit edemez. Göze bu konuda, “…bir devlet kara sularını arzu ettiği şekilde genişletemez, kara suları Devlet ülkesinin bir kısmı sayıldığından, Devlet açık deniz rejimine tabi ve Devletler arası camianın istifadesine arzedilmiş olan sahaları tek taraflı iradesi ile ülkesine dahil edemez.23” demektedir. “Kıyı devletinin tek taraflı işlemleri, diğer devletlerin bu işlemler karşısındaki tutumları ile yalnız o devletlere karşı hukuki sonuç doğurur24. Kaldı ki, BMDHS’ye göre, karasuları devletin ülkesinden sayıldığından, mevcut genişliğin ileriye götürülmesi, genişletilmesi, Yunanistan’ın bir tür arazi ilhakı anlamına gelecektir. Nitekim, BMDHS’nin “Açık Denizle Üzerinde Egemenlik İddialarının Geçersizliği” başlığı altında düzenlenen 89 uncu maddesinde, hiçbir devletin açık denizlerin herhangi bir kısmını kendi egemenliğine tabi tutmayı yasal olarak ileri süremeyeceği belirtilmektedir. Yunanistan’ın karasularını oniki mile çıkarması durumunda, sahip olduğu ve kendi anakarasına oldukça uzak mesafede bulunan adaların özel konumu nedeniyle halen açık deniz rejimine tabi Ege’nin büyük bir bölümünü kendi egemenliği altına alması, 89 uncu maddenin ruh ve esprisi ile çelişecektir. Ayrıca, BMDHS’nin kıta sahanlığının sınırlandırılması ile ilgili olarak düzenlenen 83 üncü maddesinde, uluslararası hukuka göndermede bulunulmuş ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38 inci maddesine değinilerek, sınırlandırmanın uluslararası hukuka göre ve anlaşmayla tespit edilmesi öngörülmüştür. Söz konusu maddenin 1 inci paragrafına göre, “…sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında kıta sahanlığının sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38 inci maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka uygun anlaşma ile yapılacaktır.” Bu görüş 1951 Tarihli İngiltere-Norveç Arasındaki Balıkçılık Davası ile ilgili UAD Kararında açık olarak belirtilmiş ve aynı görüş, İngiltere-İzlanda Arasındaki Balıkçılık Davası Kararı’nda da tekrarlanmıştır. Divan kararında, deniz alanlarının sınırlandırılmasının uluslararası yönü olduğu, sınırlandırmanın sadece sahildar devletin iç hukuku ve iradesine bağlı olamayacağı belirtilmiştir25. Divan’a göre, “sınırlandırma işlemi zorunlu olarak tek taraflı bir işlem ise de, buna karşılık, bu sınırlandırmanın üçüncü Devletler bakımından geçerliliği uluslararası hukuku ilgilendirecektir26.” Divan bu şekildeki görüşlerini, BMDHS’nin hazırlık çalışmaları sırasında ve imzalanması ile onaylanması sürecinde de tekrarlamıştır. Bu bağlamda, geçmiş yıllara ait 1977 Tarihli Fransa ile İngiltere Arasındaki Kıta Sahanlığının Sınırlandırılması Tahkim Mahkemesi Kararı27 24.02.1982 Tarihli Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası; 12.10.1984 Tarihli Maine Körfezi Bölgesinde Deniz Sınırının Saptanması Davası28; 03.06.1985 Tarihli Libya- Malta Kıta Sahanlığı Davası29; 11.09.1992 Tarihli El Salvador-Honduras Arasındaki Kara, Ada ve Deniz Sınırı Uyuşmazlığı Davası, 14.06.1993 Tarihli Norveç-Danimarka Grönland ve Jan Mayen Arasındaki Bölgedeki Deniz Sınırlandırılması Davası; 08.06 1992 Tarihli Fransa-Kanada Saint Pierre ve Miquelon Adaları Davası30 Eritre-Yemen Hakem Mahkemesi Kararı31 ile yakın tarihte ise, 11 Nisan2006 Tarihli Barbadosa- Trinidad-Tobago Hakem Mahkemesi Kararı32 3 Şubat 2009 Tarihli Romanya-Ukrayna Arasındaki Karadeniz’deki Deniz Sınırları İle İlgili Dava33 örnek olarak gösterilebilir34.
Türkiye, Yunanistan’ın iddia ettiği oniki mil kuralının uluslararası hukuk tarafından kabul edildiği, bu kuralın genel kural oluşturduğu iddiasına; uluslararası hukuk tarafından bu konuda tek düze, genel bir kural genel bir kural oluşturulmadığı görüşüyle karşı çıkmakta, ayrıca tüm deniz alanlarında böyle bir kuralın oluşturulamayacağını çeşitli gerekçeler ileri sürerek ısrarla savunmaktadır. Yunanistan’ın, BMHDS’nin 3 üncü maddesine, ayrıca BMDHS’den sonra meydana gelen uygulamalara dayalı olarak ileri sürdüğü bu iddianın, uluslararası hukuka uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Kaldı ki, anılan maddede her devletin karasularını oniki mil değil, oniki mile kadar tespit edebileceği öngörülmektedir.
“Bir andlaşmanın daha sonraki uygulamalar sonucu ortaya çıkan verilere dayanarak geçerli bir biçimde yorumlanması…bir andlaşmanın yorumunun bütün tarafları bağlayıcı nitelikteki gerçek yorum-authentic interpretation olarak kabul edilmesi” için tarafların ortak iradelerini açıklaması gerekmektedir35. Ayrıca, 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 31 inci maddesinin 1 inci fıkrasına göre, “Bir andlaşma, hükümlerine andlaşmanın bütünü-contexte içinde konu ve amacının ışığında verilecek olağan anlamına uygun şekilde iyi niyetle yorumlanır36.” Buna göre, BMDHS’nin 3 üncü maddesinde yer alan oniki mil kuralının, Sözleşme’nin bütünü ve özellikle sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletler arasında karasularının sınırlandırılması ile 15 inci madde, adalar konusunu düzenleyen 121 inci madde, kapalı ve yarı kapalı denizlerle ilgili 122 nci madde, bu denizlere kıyısı bulunan devletler arasındaki işbirliğini düzenleyen 123 üncü madde ile iyi niyet ve hakkın kötüye kullanılması başlıklı 303 üncü maddenin göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir andlaşmanın uygulamada, üçüncü kişiler açısından bazı haklar ve yükümlülükler yarattığı görülmektedir. Bu hususa 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 36 ncı maddesinde yer verilmiştir. “Ancak, andlaşmada üçüncü kişilerin çıkarına olan her hükmün bir hak doğurduğu biçiminde de yorumlanması olanağı yoktur. Bunun gerçekleşebilmesi için, bir yandan gerçekten andlaşmanın taraflarının bu yöndeki iradelerinin kuşkuya yer vermeyecek biçimde saptanması, öte yandan da üçüncü kişi ya da kişilerin bunu kabul etmiş olmaları gerekmektedir. Bu türden bir hakkın doğması için üçüncü kişilerin rızası, ilgili üçüncü kişilerce itiraz edilmedikçe ve andlaşmada aksi öngörülmedikçe verilmiş addedilir37.
Sözleşmenin 3 üncü maddesi ile öngörülen ve karasularının genişliğinin en fazla oniki mil olarak tespit edilmesi ile ilgili bu düzenleme, “ne kadar genellikle temsil edici bir çoğunlukla kabul edilirse edilsin, bu hükmü öngören andlaşmaya taraf olmayan ve bunun kendisine karşı uygulanmasına başlangıçtan beri açıkça ve tutarlı bir biçimde itiraz eden devletlere karşı ileri sürülemez; bu kural sonradan bir örf ve adet kuralı niteliği kazansa da, bu devletleri bağlamaz…Türkiye, 12 mil genişlik esasının bir genel kural kabulü yolundaki gelişmenim ortaya çıkmasıyla birlikte, bunun özellikleri olan yarı kapalı denizlerde uygulanmayacağı görüşünü, açıkça ve tutarlı bir biçimde ileri sürmüştür ve sürmektedir. Bu nedenle, başlangıçtan beri karasularının dar tutulması görüşünü benimsemiş olan ve karasularını 6 mil saptamış olan Yunanistan’ın karasularının genişletilmesine dair tek taraflı işlemi, Türkiye’ye karşı ileri sürülemez ve Türkiye’yi bağlamaz38. “Hiçbir devlet, muhakkak surette, sarahaten yahut zimnen muvafakat etmemiş olduğu bir kaide ile bağlanamaz39.”
Oniki mil kuralı, teamülü-yapılageliş kuralı niteliğini kazanmış değildir. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı Okyanus İşleri Dairesi’nin 1996 yılında yaptığı bir araştırmada, onaltı devletin oniki milden daha fazla karasuları genişliği iddiasında bulunduğu tespit edilmiştir40. Kaldı ki, bu kural teamül-yapılageliş kuralı niteliğini kazansa dahi, Ege Denizi’nde Türkiye’ye karşı uygulanması uluslararası hukuka göre imkansızdır. Çünkü, Türkiye, BMDHS metni ile ilgili oylamada aleyhte oy kullanmış, BMDHS’ye taraf olmayacağını beyan etmiştir. Tüm kodifikasyon çalışmaları sırasında oniki mil kuralını reddetmiştir. 476 Sayılı Karasuları Kanununda öngörülen mütekabiliyet ilkesi doğrultusundaki uygulamalar ile 2674 Sayılı Karasuları Kanununda yer alan ve Bakanlar Kuruluna belirli denizlerde altı milin üzerinde karasuları genişliği tespit etme yetkisi ile ilgili uygulamalar hariç olmak üzere, bu kuralı mevzuatında yer vermemiştir. Yunanistan ile olan ilişkilerinde bu kuralı kabul etmeyeceğini açıklamış ve karasularının dar tutulması görüşünü ısrarla savunmuştur. Türkiye, “…söz konusu kuralın oluşumu aşamasından itibaren açıkça ve tutarlı bir biçimde itiraz eden bir devlet durumundadır…Bu kuralın Ege’de Türkiye’ye karşı uygulanması hukuken imkansızdır41.” Nitekim Türkiye, görüşünü denizlerin özel durumunu, coğrafi özelliklerini ileri sürerek gerekçelendirmiştir. Deniz Hukuku Konferansı’na bu konuda çeşitli öneriler sunan, genişliğin denizlerin coğrafi, jeolojik, jeomorfolojik nitelikleri göz önünde bulundurularak tespit edilmesi gereği üzerinde ısrarla duran Türkiye, farklı deniz alanlarında, genişliğin sahildar devletin haklarını haleldar etmeyecek şekilde hakkaniyet ve eşitlik prensibine göre anlaşma yoluyla tespit edilmesini talep etmiş, daha genel bir ifadeyle oniki deniz milinin sadece, genel kurallar tespit edilerek her devlet için uygulanmayacağını belirtmiştir. Konferans’ın Karakas görüşmelerinde Türk Delegasyonu içinde bulunan Büyükelçi Namık Yolga, Ege Denizi örneği üzerinde durarak, özellikler arzeden, dar bir deniz alanına sahip olan Ege’de genel nitelikli kuralların, bu denizin özelliği gereği uygulanamayacağını savunmuştur. Müzakerelerde, Ege’nin yarı kapalı bir deniz olduğu ve bir devletin karasularının tespit edilmesi suretiyle, sahili olan diğer devletlerin açık denizle irtibatının kesilmemesi savunulmuştur. Eşit uzaklık ve ortay hat kriterini benimsemiş olmakla birlikte, Türkiye’ye göre, eşit uzaklık ilkesi, özel durumlar çerçevesinde hak ve nısfete uygun olarak uygulanmalıdır. 30 Mart 1982 Tarihinde yapılan yüzaltmışıncı toplantıda da karasularının genişliği ile ilgili 3 üncü maddenin kabul edilemeyeceği ve ülkeler arasında çeşitli anlaşmazlıklara neden olacağı özellikle vurgulanmış, sınırlandırmanın ilgili ülkeler arasında anlaşma yoluyla tespit edilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Karasularının genişliği ile ilgili 3 üncü madde, karasularının sınırlandırılması ile ilgili 15 nci madde, bitişik bölge ile ilgili 33 üncü madde, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığının sınırlandırılması ile ilgili 74 ve 83 madde, adalarla ilgili 121 madde, zararsız geçiş ile ilgili 21 maddenin aynı gerekçelerle kabul edilemeyeceği açıklanmıştır42.
Türkiye bütün bu görüşleri siyasi, hukuki ve coğrafi nedenler ve haklı gerekçelerle ileri sürmektedir. Her iki ülkenin de sahildar olduğu, içinde üçbinden fazla ada ve adacığın yer aldığı Ege Denizi özgün yapısı ile özel nitelikleri haiz, Dünya üzerinde bir örneği bulunmayan yarı kapalı bir denizdir. Bu nedenle, Batı Anadolu kıyıları, Ege Denizi ile Doğu Akdeniz’deki adaların oluşumu hakkında ayrıntılı bilgi vererek konuya girmek, sonucun sağlam verilere dayanılarak açıklanmasını sağlayacaktır.
Doğu Akdeniz’in beş havzasından biri olan Ege Denizi’nin diğer havzalarda bulunmayan özellikleri bulunmaktadır. Bu farklılık bazıları kaya parçaları olmak üzere, üçbinden fazla ada, adacık, çeşitli koylar, körfezler, yarımadalar, “kıyı tekamül nispetinin çok büyük ölçülere erişmesi” deniz dibinde çeşitli düzlükler, çanaklar, oluklar, sırtlar, gedikler ve tepeliklerden kaynaklanmaktadır. “Çok girintili çıkıntılı kıyılar, Ege’ye serpilmiş pek çok sayıda irili ufaklı ada, ada yayı düzeninde dizilmiş adalar jeolojik yapı ile sıkı sıkıya bağlı şekillerdir.” Jeopolitik ve stratejik açıdan Türk ve Yunan Devletleri arasında önemli anlaşmazlıklara neden olan Ege Denizi, Üçüncü Zamanın sonu (pliyosen) ve Dördüncü Zamanın sonu (dilivium) safhasında eski bir kara parçasının çökmesi ve bu alanın Akdeniz’in suları ile kaplanması sonucunda oluşmuştur. 214.000 km² yüzeye sahip olan Ege’deki adalar çöken karanın su üstünde kalan parçaları olup, 23.000²’lik bir alan kaplamaktadır. Bu adalardan 3049 tanesi Yunanistan’a aittir. Türkiye ise, Ege Denizi’nde sayısı altmışı bulan ada ve adacığa sahiptir. Yunanistan’a ait olan adalardan bazıları Türk anakarasının doğal uzantısı üzerinde yer almakta, bazıları ise, Türk kıyılarına sadece birkaç mil mesafede bulunmaktadır. Dünyada, özgün yapısı ile bir örneği bulunmayan en geniş yeri 240 mil olan Ege oldukça dar bir alan niteliği taşıyan yarı kapalı bir denizdir43.
Yunanistan, Türk anakarasının doğal uzantısı üzerinde bulunan adaların kıta sahanlığı ve karasuları olduğunu iddia ederek, tüm Ege’nin deniz yüzeyini, deniz tabanı ve onun toprak altını, ayrıca hava sahasını denetim altına almak, dolayısıyla denizlerdeki mevcut ve potansiyel kaynaklara, daha açık anlatımla tüm Ege’ye sahip olmak istemektedir.
Türk anakarasının doğal uzantısı üzerinde bulunan Yunan adalarını kıta ülkesi gibi değerlendirmek ve bir başka ülkenin doğal uzantısı üzerinde bulunan adaların kıta sahanlığı olduğunu coğrafi açıdan kabul etmek mümkün değildir. Çünkü, “bir anakaranın önündeki şelf üzerinde yer alan ve o şelf tabanının sular üstüne yükselmiş mütebariz kısımları durumunda olan adalar ve adacıklar şelfin malıdır; şelfin sahibi değildir…Ege’de deniz alanının kaynak ve potansiyeli ise, esas itibariyle Türk anakarasına bağlıdır…Doğu Ege şelfinin ise, kıta yamacının organik ve inorganik potansiyeli esas Türk toprağının eseridir.” Çünkü, Ege’de kıyılarımız önünde uzanan ve üzerinde Yunanistan’a ait adaların yer aldığı şelf, Doğu Ege’nin en verimli av alanı, en değerli balık türlerinin yumurtlama ve gelişme sahasıdır. Diğer taraftan, bu alanda suların zoo ve fito-plankton zenginliği, pelajik ve dip balıkları bakımından prodüktivitesi, ekonomik değer taşıyan alg toplulukları gibi dip bitkilerinin varlığı…Türk anakarasından gelerek denize kavuşan akarsuların…kıyı yamacında bulunan mineral zenginlikleri de yine Türk topraklarından taşınan elementlerin plaserler (tortul yatak) veya diğer şekillerde çökelmesi ile meydana gelmiştir44.
Adalarla ilgili olarak, Türkiye tarafından Konferans’a Ağustos 1974 Tarihli bir öneri sunulmuştur45. Öneride; özel coğrafi niteliklere sahip, yarı kapalı denizlerde adaların deniz alanlarının müşterek olarak anlaşma yoluyla belirleneceği, bir başka ülkenin kıta sahanlığı üzerinde veya ekonomik bölgesinde yer alan adaların kıta ülkesi topraklarının ve nüfusunun onda birini oluşturmadıkça, kıta sahanlığı ve ekonomik bölgeye sahip olamayacağı, ülkenin karasuları dışında yer alan ve ekonomik yaşamı bulunmayan ada ve kayalıkların deniz alanlarının olamayacağı, ayrıca ülke sahilleri dışında yer alan ada gruplarının takımada niteliği taşıyamayacağı, dolayısıyla takımada sularına da sahip olmayacağı görüşlerine yer verilmiştir. Türkiye’ye göre, içinde üçbinden fazla adanın yer aldığı yarı kapalı bir deniz niteliği taşıyan, ayrıca jeolojik, jeofizik, coğrafi, stratejik, demogratif özelliklerin göz önünde bulundurulması gereken Ege’de, özel kurallar uygulanmalıdır. Bu husus gerek 27 Şubat 1974 Tarihli Türk Notası’nda gerekse Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’na sunulan önerilerde yer almaktadır.
Türkiye tarafından özel durumlarla ilgili olarak ileri sürülen tüm bu görüşler, BMDHS 3 ve diğer ilgili maddelerinde yer almamış, 3 üncü madde ile düzenlenen oniki mil azami genişlik kuralı her devlete bir hak olarak tanınmıştır. 309 uncu maddede düzenlenen çekince yasağı nedeniyle, Türkiye BMDHS’yi kabul etmemiş ve taraf olmayacağını açıklamıştır. Türkiye’nin Konferans’ta özellikle üzerinde durduğu 1958 Tarihli Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nde de bulunmayan kapalı ve yarı kapalı denizlere, BMDHS’nin 3 üncü maddesi yerine, 122 nci maddesinde yer verilmiştir. Maddeye göre, kapalı ve yarı kapalı deniz, “iki veya daha çok devlet tarafından çevrili ve diğer bir denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunan veyahut da bütünüyle veya büyük bir bölümü ile, iki veya daha çok devletin karasularından ve münhasır ekonomik bölgelerinden oluşan bir körfez, bir deniz havzası veya deniz” şeklinde ifade edilmiştir. 123 üncü madde, “Kapalı veya Yarı Kapalı Denizlere Kıyısı Bulunan Devletler Arasında İşbirliği” başlığını taşımaktadır. Madde başlığından da anlaşılacağı üzere, kapalı ve yarı kapalı denizlere sahildar olan devletlerin, hakların kullanılması ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde işbirliği yapılması öngörülmüştür. BMDHS’nin 70 inci maddesinde ise, kapalı ve yarı kapalı denize kıyısı bulunan devletler coğrafi yönden dezavantajlı ülkeler kategorisinde değerlendirilmektedir. Libya ve Malta Kıta Sahanlığı Davası’ına ilişkin Divan kararında da kapalı ve yarı kapalı denizlere kıyısı bulunan devletler arasında deniz alanlarının sınırlandırılmasında, bu durumun göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir. Kapalı veya yarı kapalı deniz kavramı, BMDHS’de yer almış olmakla birlikte, “bu kavram, Türkiye’nin ileri sürdüğü kıyıdaş devletlerin deniz alanları üzerindeki haklarının farklı bir biçimde paylaştırılması veya dağıtılmasını sağlayacak bir kavram olarak biçimlendirilmemiştir46.”
Kapalı veya yarı kapalı denizlere her ne kadar Sözleşme’nin 3 üncü maddesinde yer verilmemiş ise de, anılan Maddenin uluslararası hukuka göre, Sözleşme’nin bütünü bağlamında değerlendirilmesi, başlangıç bölümü de dahil olmak üzere, diğer maddelerinin de göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir. Devletler Hukuku Komisyonu, adalar ve kıyıların durumu gibi, hususları özel durum olarak nitelendirmektedir. Ayrıca, BMDHS’nin 15 inci maddesinde eşit uzaklık-ortay hat, bir prensip olarak kabul edilmekle birlikte, bu prensibin tarihi haklar veya diğer özel durumların mevcut olması durumunda, uygulanamayacağı da belirtilmiştir. Anılan maddede BMDHS’nin 12 nci maddesinde de olduğu gibi, özel durumlar hakkında ayrıntılı bir açıklama getirilmemiştir47.
Karasularının belirli bir ölçü dahilinde tespit edilmesi öğretide de tartışılmakta, bazı yazarlar belirli bir kriterin oluşturulmasını savunurken, bazıları ise, bu tespitler yapılırken, ülke ihtiyaçları, coğrafi durum, sahilin yapısı ve uzunluğu gibi çeşitli kıstasların de göz önünde bulundurulması gereği üzerinde durmaktadır. Tüm ülkeler için belirli bir genişlik tespit edilmesini kabul etmeyen J.M. Yepes, genişliğin coğrafi, jeolojik, antrepo-joegrafik durum, tarihi ve siyasi şartlar, ekonomik ve kültürel gelişmeler, hayati önemi haiz menfaatler gibi hususların göz önünde bulundurulmasını savunmaktadır. “Alejandro Alverez, 1951 İngiltere-Norveç Balıkçılık Davasındaki muhalefet şerhinde, makul ölçüler içinde kalmak, üzerinde kontrol icra etmeye muktedir bulunmak ve devletler hukukunun yüklemiş olduğu vecibeleri ifa edebilmek, diğer devletlerin kazanılmış haklarına riayet etmek, umumi menfaatleri haleldar etmemek ve hakkın kötüye kullanılması…mahiyetinde olmamak şartıyla her devletin karasuları genişliğini serbestçe tespit edebileceğini ve bunun diğer devletlerce kabulünü isteyebileceğini48” belirtmiştir. Sibert, korunması istenen haklara, Azcarraga
Y. Bustamante, nüfus yoğunluğu, ülkenin yüzölçümü, kıyıların uzunluğu ile ilgili kıstaslara göre hazırladığı bir formüle dayalı olarak değişik genişlikler ileri sürmüştür49. Scelle, genişliğin bazı özel durumlara göre tespit edilmesi gereği üzerinde durmasına karşın, teknik sınırlandırmanın yaratacağı sorunlar ve bu sorunların çözümünde karşılaşılacak güçlükler nedeniyle, “önceden tespit edilmiş bir genişlik” kabul edilmesini önermektedir. Sir Arnold McNair, birinci grup yazarlar tarafından ileri sürülen kıstasları reddetmekte ve böyle bir uygulamanın, “devletleri milletlerarası bir ölçüye uymak yerine haklarını sübjektif kıstaslarla tespit etmeye teşvik gibi tehlikeli yollara sevk edeceğini” savunmaktadır50. Klasik ve teamülü hukukta özel durumlar farklı görüşlerle değerlendirilmekte, özel durumlara bazen sınırlı olarak yer verilmekte, bazen de kabul edilmemektedir51. Öğretide yer alan bu tartışmalara karşın, uluslararası hukukta hakça ilkelerin çeşitli veriler göz önünde bulundurularak uygulandığı görülmektedir. Uluslararası hukukta, deniz alanlarının sınırlandırılması konusunda jeolojik, jeofizik, jeomorfolojik, topografik unsurlar, kıyıların durumu, adalar, körfezler, adaların kıta ülkesine ve diğer ülkeye mesafesi, boyutları, ekonomik ve beşeri durumu, söz konusu deniz alanında başka deniz sınırlarının varlığı, güvenlik, seyrüsefer, petrol yatakları ve tarihsel hakların varlığı gibi hususlar üzerinde durulmaktadır52. 1985 Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda Divan ekonomik faktörleri göz önünde bulundurmamıştır53. Divan kararına göre, “hakça ilkeler mücerret bir hukuk kavramı, mücerret adalet anlamında değildir. Müşahhas durumların, coğrafi, jeolojik durumların göz önünde tutulması”dır54. Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin Divan kararında, hakça ilkelerin uygulanması yönünden, bütün ilgili şartların göz önünde bulundurulması gereği üzerinde durulmuş, ancak coğrafyadan kaynaklanan yetersizliklerin sınırlandırma ile giderilemeyeceği de belirtilmiştir55.
Uluslararası yargı kararlarında, eşit uzaklık-ortay hat ancak, taraflar arasında hakkaniyete uygun, eşit haklar sağladığı zaman uygulanabilecek bir ilke olarak kabul edilmektedir. Özellikler arzeden deniz alanlarında eşit uzaklık-ortay hat kuralının yaratacağı adaletsizlik özel durumlar göz önünde bulundurularak giderilebilir. “Nitekim Milletlerarası Adalet Divanı, 1978 Tarihli Ege Davasına ilişkin kararında; ister kara sınırı ister deniz sınırı olsun ameliyenin aynı olduğunu ve karasuları ile kıta sahanlığı sınırları sorununun ülke statüsüyle ilgili bulunduğunu ve 1969 tarihli Kıta Sahanlığı Kararında da, eşit mesafe-ortay hat kuralının mutlak şekilde uygulanmasının hakkaniyete uygun olmayacağını, bu uygulamayla ortaya çıkacak sonucun olağanüstü (extraordinary), gayri tabii (unnatural) ve makul olmayacağını (unreasonable) belirtmiştir.” Karara göre, eşit mesafe uyulması zorunlu bir metod değildir. Hakkaniyete uygun bir sonuç meydana getirmesi halinde uygulanmalıdır56. UAD, eşit uzaklık-ortay kriterine ilişkin görüşünü 1985 yılında Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin kararında da tekrarlamıştır. Kararda, eşit uzaklık yöntemi ile diğer sınırlandırma yöntemleri arasında bir fark gözetilmemiş, söz konusu kriterin uygulanmasının zorunlu olmadığı açıkça vurgulanmıştır57.
Yunanistan, kıta sahanlığı anlaşmazlığında özel durumlar ilkesini kabul etmemiş, iki ülke arasındaki kıta sahanlığı sınırlarının kıyılarımıza en yakın bulunan adalardan itibaren eşit uzaklık ilkesine göre tespit edilmesini istemiş, bu iddiasını 1958 Tarihli Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesine dayandırmıştır. 6 ncı maddeye göre, “aynı kıta eşiğinin, sahilleri karşı karşıya bulunan iki veya daha çok Devletin ülkelerine bitişik olması halinde, kıta eşiğinin sınırı bu Devletler arasında anlaşma ile tespit edilir. Böyle bir anlaşmaya varılamadığı takdirde ve özel şartlar başka bir sınır hattı kabulünü haklı göstermiyorsa; kıta eşikleri arasındaki sınır, bu Devletlerden her birinin karasularının genişliğini ölçmede başlangıç olarak kabul edilen esas hatların en yakın noktalarına eşit mesafede bulunan bir orta hatla tespit edilir. Aynı kıta eşiğinin sınırı, bu Devletler arasında anlaşma ile tespit edilir. Böyle bir anlaşmaya varılamadığı takdirde ve özel şartlar başka bir sınır hattı kabulünü haklı göstermiyorsa, sınır iki Devletten her birinin karasularının genişliğini ölçmede başlangıç olarak kabul edilen esas hatların en yakın noktalarına eşit mesafede bulunmak prensibinin uygulanması ile tespit edilir58.”
Söz konusu maddeye göre, sahilleri karşılıklı ve bitişik olan devletlerarasında sınırlandırma anlaşmayla yapılır. Ancak, ilgili devletler arasında anlaşma sağlanamazsa ve özel durumlar başka bir sınırlandırmayı gerektirmiyorsa, bu durumda eşit uzaklık- ortay hat metodu uygulanacaktır. Bu durumda, maddede eşit uzaklık-özel durumlar şeklinde ifade edilen hususları Yunanistan’ın iddia ettiği gibi, sadece eşit uzaklık prensibi çerçevesinde değil, eşit uzaklık-özel durumlar birleşik kuralı çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim, 1969 Tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası’nda UAD, eşit uzaklık prensibini zorunlu bir kural olarak kabul etmemiştir. Ayrıca, eşit uzaklık özel durumlar ifadeleri, 1977-1978 İngiltere-Fransa Kıta Sahanlığı Davası’nda da birleşik kural olarak kabul edilmiştir. İki ülke arasında Manş Denizi’ndeki anlaşmazlığın görüldüğü uluslararası Tahkim Davası’nda, Birleşik Krallık’a bağlı Fransa’nın Normandiya bölgesine 25 kilometre uzaklıktaki Jersey ve Guernsey Adası’nın kıta sahanlığının sınırlandırılmasında adalara tam etki tanımanın bu adaların bulunmaması durumunda Fransa’ya ait olacak kıta sahanlığının esaslı bir biçimde azalması sonucunu doğuracağını saptadıktan sonra; sonuç olarak Fransa kıyılarındaki İngiltere’ye ait adalarının Manş Denizi’ne bakan yüzlerinde oniki mil genişlikte bir cep bölge bırakılmasına ve Manş Denizi’ndeki kıta sahanlığı sınırının, iki devletin ana kara ülkelerinin kıyılarını esas alan eşit uzaklıktaki orta hat olmasına karar vermiştir. Dolayısıyla, adaların kıta sahanlığına sahip olamayacağı, sadece oniki millik bir cep oluşturmak suretiyle bir tür karasuları hakkı kazanabileceği belirtilmiştir59.
Bu noktada, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye 2 kilometre uzaklıkta ve 10 kilometre kare alanında olan Meis Adası’nın kıta sahanlığına sahip olduğunu ileri sürerek Türkiye’yi uluslararası hukuka aykırı hareket etmekle suçlayan Fransa’nın geçmişte kendisine yakın İngiltere’ye bağlı adaların kıta sahanlığının kıta sahanlığı olmadığını ve kendi kara ülkesinin kıta sahanlığı olduğunu iddia etmesi ve bunun uluslararası hakem mahkemesi tarafından tescil edilmesi oldukça manidar.
Libya-Tunus Kıta Sahanlığı Davası’nda da, UAD Sözleşme’nin 6 ncı maddesinin uygulanmayacağını belirtmiş ve özel şartların varlığını kabul etmiştir. Özel şartların varlığı, ayrıca 1984 Maine Körfezi deniz sınırının tespiti ve Libya-Malta ile ilgili kararlarda da kabul edilmiştir60. Bütün bu uluslararası yargı kararları, Yunanistan’ın iddia ettiği gibi, eşit uzaklık-ortay hat kuralının teamülü-yapılageliş kuralı niteliğini taşımadığını, diğer sınırlandırma yöntemlerinden farklı olmadığını ortaya koymaktadır. “Ege Denizi’ndeki Yunan adalarının bir kısmı Türkiye sahillerinin çok yakınında bulunmaktadır. Normal durumdaki karşılıklı sahillerde karasularının sınırlarının çizilmesinde ortay hat metodu, yani matematik ortalama sistemi uygulanmaktadır. Şayet bu sistem, Ege Denizi’nde Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz hududunun saptanması için de kullanılırsa, deniz yatağı ve toprak altı dahil olmak üzere, Ege Denizi’nin hemen hemen tümüne yakın bir kısmı Yunanistan’ın egemenliğine girecektir…İrili ufaklı adalara sahip olduğu için ve salt bu neden yüzünden, Yunanistan’ın hiçbir objektif ölçüye sığmayana, böylesine geniş haklar ve yetkiler elde etmesinin…nesafet ilkesine ters düştüğü ortadadır61.” Gine-Gine Bissau arasındaki sınırlandırma davasında, Hakem Mahkemesi 1985 yılında verdiği kararda, kıyı önündeki çok sayıda ada bulunması nedeniyle, eşit uzaklık ilkesinin uygulamada bir önceliğinin bulunmadığını belirtmiştir62. Bu nedenle Türkiye, Yunanistan’ın her ülkenin oniki mil genişliğinde karasuları saptayabileceği iddiasına çeşitli görüşler yanında hakkaniyet ilkesine göre, anlaşma yoluyla tespit edilmesi görüşüyle karşı çıkmaktadır. Nitekim, bu husus Truman Bildirisi’nde ve kıta sahanlığının sınırlandırılması ile ilgili Uluslararası Adalet Divanı’nın Federal Almanya Cumhuriyeti, Danimarka, Hollanda arasındaki Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davası’nda vermiş olduğu kararda da yer almaktadır. Karasularının sınırlandırılması konusunda da yol gösterici olan Divan kararına göre, sınırlandırmanın bütün ilgili şartlar göz önünde bulundurularak hakkaniyete uygun olarak anlaşma yoluyla tespit edilmesi öngörülmüş, ayrıca özel durumlar geniş kapsam içinde değerlendirilerek bütün ilgili durumlar şeklinde yorumlanmıştır. Divan’ın ileri sürdüğü prensiplere göre, taraflar arasında eşit uzaklık uygulaması zorunlu olmayıp, taraflardan birinin mümkün mertebe deniz altında doğal uzantısı bulunması, kıyının özel coğrafi durumu, jeolojik yapı, kıyının uzunluğu ve doğal kaynaklar dikkate alınmalıdır. Sınırlandırılmaya ilişkin hukuk kuralları adalet ve hüsnüniyete dayanmalıdır. Divan’a göre, “Kişiler arasında olduğu gibi, devletlerarası uyuşmazlıkların çözümü de ilgili tarafların hüsnüniyetli (bono fides) yaklaşımlarına bağlıdır. Örneğin, bir devlet somut bir olayda belirli bir devletler hukuk kuralının uygulanması gerektiğini öne sürdüğü halde, diğeri bunun aksini iddia ederek söz konusu normun geçerliliğini tartışabilir. Olaya uygulanacak bir teamülü devletler hukuku kuralının var olmadığının araştırılması, böyle bir normun saptanması halinde onun somut olaya uygunluğu açısından yorumlanmaya tabi tutulması hep tarafların hüsnüniyetine bağlıdır…Taraflar bütün durumları nazara alarak…hakkaniyet ilkelerinin uygulanmasını sağlayacak şekilde hareket etme yükümlülüğü altındadır63.” “Burada söz konusu olan bir hukuk kuralının nisfete uygun biçimde yorumlanması ve uygulanması değil, nısfet ilkelerinin uygulanmasını öngören bir hukuk kuralının uygulanmasıdır64.”
BMDHS de hakkaniyet prensibi göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Nitekim, Sözleşme’nin başlangıcı da dahil olmak üzere, çeşitli maddelerinde bu prensibe yer verilmiştir. Başlangıçta, hakkaniyete uygun bir hukuk düzeninin tesis edilmesi, adalet ve hak eşitliği ilkelerine uygun olarak uluslararası barışın, güvenliğin ve işbirliğinin ve dostane ilişkilerin kuvvetlendirilmesi öngörülmüştür. Ayrıca, “Sahili Bulunmayan Devletlerin Hakkı” başlığı altında düzenlenen 69 uncu maddesine göre, ilgili bütün devletlerin hakkaniyet esasları içerisinde özel ekonomik ve coğrafi durumlarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Aynı husus, “Coğrafi Bakımdan Elverişsiz Devletlerin Hakkı” başlığı altında düzenlenen 70 inci maddede de yer verilmiştir. “Sahilleri Bitişik veya Karşı Karşıya Bulunan Devletler Arasında Kıta Sahanlığının Sınırlandırılması” başlıklı 83 üncü maddesinde de hakkaniyete uygun bir çözüm öngörülmüştür. BMDHS’de sahili bulunmayan devletler için dahi, denizlerin sunduğu ekonomik imkanlardan hakkaniyete uygun bir pay almaları öngörülmüş iken, Yunanistan’ın karasularını oniki mile çıkararak, Türkiye’nin bu Denizde sahilleri yokmuş gibi, Ege’nin ekonomik kaynaklarının inhisarı altın alması kabul edilemez. 83 üncü madde her ne kadar, kıta sahanlığı ile ilgili ise de, konuyu deniz alanlarının sınırlandırılması ile bağlantılı olarak ele almak gerekmektedir.
Romanya-Ukrayna arasındaki çıkan uyuşmazlıkta, Eylül 2004 de başarısız ikili müzakerelerin ardından deniz yetki alanlarının belirlenmesi konusunda UAD’ye başvurulmuştur. İki ülke arasındaki deniz alanları yönünden anlaşmazlığın başlıca nedeni, yaklaşık yüz kişilik nüfusu bulunan ve Romanya’ya oldukça yakın konumdaki Yılan (Zmiinyi) Adası’nın kıta sahanlığına sahip olup olmadığıydı. UAD’nin 3 Şubat 2009 Tarihli Kararı’nda Yılan Adası’nın Ukrayna’nın iddia ettiği gibi kendi başına bir kıta sahanlığı ya da münhasır ekonomik bölge (MEB) hakkı iddia edemeyeceğini karara bağladı.
Yine benzer şekilde Eritre-Yemen Anlaşmazlığı’nda Bab el Mendez Boğazı’nın kuzeyinde ve Eritre-Yemen arasındaki adalar ve kaya parçalarının hakları konusunda yıllarca anlaşamayan iki ülke konuyu, Daimi Tahkim Mahkemesi’ne taşımışlardır. Tahkim Mahkemesi Yemen’in adalar nedeniyle daha geniş bir kıta sahanlığı talebini geçersiz saymıştır. Karara göre, iki ülke arasındaki deniz sınırının belirlenmesinde adaların ve kaya parçalarının mesafesi yerine, iki ülkenin karaları arasındaki mesafe dikkate alınması gerekmektedir.
“Karasularının genişliği konusunda bugüne değin tekdüze bir düzenleme kabul edilmediği gibi, bu konuda tüm devletler için ve hatta bir devletin tüm kıyıları için tekdüze bir genişliğin kabulü zorunlu değildir. Deniz Hukuku, coğrafi bakımdan çeşitlilik gösteren bir ortam olan denizde, devletlerin yetkilerinin paylaştırılması amacını güder; deniz hukuku kurallarının biçimlendirilmesinde coğrafi ortamın özelliklerinin göz önünde tutulması gereği, bir düzen getirilen bu özellikleri taşıması vakasından doğan bir zorunluluktur. Devletlerin Karasularının genişliğini komşu devletlerin haklarını ve çıkarlarını göz önünde bulundurarak ve nısfete uygun bir anlaşmayla saptamaları gereği, devletlerin eşitliği ilkesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu ilke gerçi, devletlerin coğrafi konumlarından doğan eşitsizliği…giderebilecek bir ilke değildir. Fakat, birbirine benzeyen bir coğrafi konumda bulunan devletler arasında hakların eşit olarak paylaştırılmasını sağlayacak bir hukuki düzenlemenin kabulünü gerekli kılar65.” “Hukukta yapılacak her değişikliğin veya mevcut ve geçerli olan hukukun öngördüğü hakların değiştirilmesi sonucunu doğuracak her değişikliğin, çıkarları etkilenen devletlerin rızasıyla gerçekleşmesi için milletlerarası deniz hukukunun öteden beri karşılıklı uzlaşma, makul olmak ve işbirliğinin bir ürünü olduğu vakasını gözden uzak tutmayan bir yaklaşımla sorunlara eğilmek, kaçınılmaz olur. Bu anlayışın devletlerin özellikle aynı türdeki haklarının çatışması durumunda geçerli kılınması, aynı zamanda devletlerin eşitliği ilkesinin bir gereğidir66.”
Yunanistan’ın oniki mil iddiasını, BMDHS’nin “İyi Niyet ve Hakkın Kötüye Kullanılması” başlığı altında düzenleyen 300 üncü maddesi ile bağdaştırmak da mümkün değildir. Maddeye göre, taraf devletlerin Sözleşme hükümleri uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeleri, ayrıca Sözleşme’de tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılması doğrultusunda kullanmamaları gerekmektedir. “Bir kıyı devletinin öteki kıyıdaş devletlere ait olan bir deniz alanını, karasularını 12 mile çıkarmada takdir hakkı olduğu gerekçesiyle ele geçirmesi Sözleşme’nin 300. maddesinde yer alan iyi niyet ve hakkın kötüye kullanılmaması ilkelerine aykırı olacaktır67.”
Uluslararası hukuk kurallarına göre, Türkiye ve Yunanistan’ın karasularını bölgenin özel niteliklerini de göz önünde bulundurarak anlaşma yoluyla hakkaniyete göre tespit etmeleri gerekmektedir. Böylece, karasularının genişliği tespit edilirken 300 üncü maddedeki temel prensibe de uygun hareket edilmiş olacaktır.
Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda takımada ilkelerinin uygulanması ve tanımı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüş, bazı ülkeler bu ilkelerin sadece adalardan oluşan devletlere, bazıları ise, kıta ve adalardan oluşan devletlere uygulanmasını savunmuştur. Büyük denizci devletler, ülkesi adalardan oluşan devletler ve Türkiye birinci görüşü desteklemişlerdir. İkinci Komitenin 12 Ağustos 1974 Tarihli toplantısında takımada ilkelerinin, sadece adalardan meydana gelen ülkelere uygulanması gereği üzerinde Türkiye, bu ilkelerin kıta ülkesi ve adalardan oluşan Yunanistan’a uygulanmasını kesinlikle reddetmiş68 ve böyle bir uygulama sonucunda Ege’nin Yunan iç sularına dahil edilmesi gibi, kabul edilmesi mümkün olmayan bir sonuç yaratacağını açıklamıştır. Adalarla ilgili olarak Türkiye tarafından Konferans’a sunulan 13 Ağustos 1974 Tarihli öneride, her ada grubuna sahip devletin takımada devleti niteliğini taşımayacağı, dolayısıyla takımada sularına sahip olamayacağı belirtilmiştir69. Nitekim, Konferans sonucunda kabul edilen BMDHS’nin 46 ncı maddesinde takımada devleti ve takımadalar ayrı ayrı tanımlanmıştır. Tanıma göre, bir devletin takımada devleti olarak nitelendirilmesi için bütünüyle adalardan oluşması gerekmektedir. Takımadayı oluşturan adalar birbirleriyle coğrafi, ekonomik ve siyasi açıdan bir bütünlük oluşturmalı, bu durum tarihi açıdan da kabul edilmelidir.
1958 Tarihli Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nde bulunmayan takımada devletleri ile ilgili hususlar BMDHS’nin Dördüncü Kısmında yer almaktadır. Takımada devleti ve takımada tanımlarının yapıldığı 46 ncı maddeye göre, takımada devleti “bütünüyle bir veya bir çok takımadadan oluşan ve başka adaları da ihtiva eden devlet” şeklinde, takımada ise, “birbirleri ile olan bağları; coğrafi, ekonomik ve politik yönden bir bütün oluşturacak derecede sıkı olan veya tarihi açıdan bu şekilde kabul edilen ada kısımları, bunlara bitişik sular ve diğer doğal unsurlar da dahil olmak üzere bir adalar grubu” olarak tanımlanmaktadır. “Takımada Esas Hatları” başlığını taşıyan bir sonraki maddede ise, esas hatların tespiti ile ilgili hususlar yer almaktadır. 49 uncu madde “Takımada Sularının, Bu Sular Üzerindeki Hava Sahası İle Buna Tekabül Eden Deniz Yatakları ve Toprak Altının Hukuki Rejimi” başlığını taşımakta olup, maddeye göre, takımada suları; takımada esas hatlarının berisinde kalan sular olarak tanımlanmaktadır. Takımada Devletleri ile ilgili diğer hususlar ise, izleyen maddelerde yer almaktadır70. İlk kez, BMDHS’de yer alan takımada devleti kavramı ile “ana kıta yanında bazı adalara sahip devletlerin bu adaları hakkında takımada devletlerine, tanınan bazı hak ve yetkileri talep etmeleri engellenmiş…bütünüyle bir devlet oluşturan adalar ile diğer adalar” arasındaki fark ortaya konulmuştur. Bununla birlikte, Dışişleri Bakanlığı’ndan temin edilen Yunanistan Demokratik Merkez Birliği Partisi-EDIK tarafından 23 Ocak 1989 Tarihinde parlamentoya sunulan, “Yunanistan’ın Deniz Bölgelerinin Genişliğinin Ölçülmesinde Düz Esas Hat Sisteminin Benimsenmesine” ilişkin kanun teklifinde, kıyılarda derin girinti ve çıkıntılar olan veya sahiller boyunca adalar kümesi bulunan ve bunların bu sahiller veya kendi aralarında yakınlık durumunda olduğu bölgelerde, belirli noktaları birleştiren düz esas hat sistemi uygulanması önerilmiştir. Görüldüğü üzere, söz konusu teklifte, adaların gerek kıta ülkesine, gerekse birbirlerine olan yakınlığı konusunda belirli bir ölçü verilmemektedir. Böylece, kıta ülkesi ile adalar arasında bulunan karasuları ve açık deniz rejimine tabi deniz alanlarının Yunan iç sularına dahil, sonuç olarak takımada rejiminin uygulanması amaçlanmaktadır71.
Çok sayıda adalara sahip olmasına karşın, yüzölçümü itibariyle topraklarının büyük bölümü kıta ülkesinde bulunan, ayrıca kıta ülkesi ile bazı adaları arasında açık deniz alanları yer alan Yunanistan’ın bir kıta ülkesi olduğu ortadadır. Bu nedenlerle, Yunanistan’ın kıta ülkesine uygulanacak kuralların, adalara uygulanmaması gerekmektedir. “Zira, bu gibi devletlerin adalara sahip olmaları onları kıta devleti olma niteliğini ortadan kaldırmaz72.”
Libya-Malta Kıta Sahanlığı Davası’nda da bu hususa yer verilmiştir. Divan kararına göre, “adalar sınırlandırmada hareket noktası değildir. Hareket noktası kıtalardır…adaların kıta sahanlığının olması her halükarda onun ada olması gerçeğini değiştirmez. Adalar kıta sahanlığına sahip olduğu için kıta gibi değerlendirilemez.” Toluner’in ifadesiyle, “Unutulmaması gerekir ki, denizde hak sahibi olan kara parçasının bizatihi kendisi değil, bu kara parçasında egemenliğini kullanmakta olan devlettir. Bu nedenle…Yunanistan tarafından ileri sürülen ve devletlerin eşitliği ve ülkenin bölünmezliği ilkelerinden hareketle adalara da eşit hak tanınmasını savunan görüş, sebep ile sonucu, coğrafya ile hukuku birbirine karıştıran bir görüş olarak ortaya çıkar. Deniz alanları üzerindeki haklar, devletin kara ülkesine ve ada ülkesine ayrı ayrı tanınmaz: kıta olsun ada olsun, ülkesi nedeniyle devlete tanınır73.”
Oniki mil kuralının Ege’de uygulanması durumunda, Türkiye’nin açık denizlerle irtibatı büyük ölçüde engellenecek, örneğin İzmir Limanı’ndan demir alan bir gemi açık denize, Karadeniz veya Akdeniz’e ulaşmak için üç çıkış yolu dışında Yunan karasularından geçmek zorunda kalacaktır. Uluslararası hukuka göre, bir devletin karasularını bir başka devletin açık denizle irtibatını kesmeyecek şekilde tespit etmesi gerekmektedir. Bu hususa, 1958 Tarihli Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nin 4 üncü maddesinde yer verilmiştir. Maddenin 5 inci fıkrasında, düz esas hatlar sisteminin bir devlet tarafından, diğer bir devletin karasularını açık denizden tecrit edecek şekilde uygulanamayacağı belirtilmektedir. Aynı ilkeye, BMDHS’nin düz esas hatlarla ilgili 7 nci maddesinde, ayrıca takımada esas hatları konusunda düzenlenen 47 nci maddesinde yer verilmiştir. 7 nci maddenin 6 ncı paragrafına göre, düz esas hatlar yönteminin bir devlet tarafından, diğer devletin karasularını açık denizden veya münhasır ekonomik bölgeden kesecek şekilde uygulanmayacağı belirtilmektedir. Aynı hususa, 47 nci maddenin 5 inci paragrafında da yer verilmiştir. Bütün bu hükümler, bir devletin açık denizlere açılma hakkının engellenemeyeceğini göstermektedir.
Anadolu Yarımadası’nın doğal uzantısı, Ege Denizi’nin ortalarına kadar uzanmaktadır. Yunan karasularının oniki mile çıkarılması, oniki mil kuralının Yunan adalarına uygulanması durumunda Türkiye kara sahanlığı üzerindeki bütün haklarını kaybetmiş olacaktır. Türkiye’nin kıta sahanlığı üzerinde daha önce kazanılmış hakları vardır. Bu hakların muhafazası uluslararası hukukun gereğidir. Türkiye, Yunan karasularının oniki mile çıkarılmasına, dolayısıyla karasularına bağlı olarak kıta sahanlığına ilişkin haklarını kaybetmeye rıza gösteremeyeceği gibi uluslararası hukukun da buna izin vermesi düşünülemez.
Yunanistan’ın Ege üzerindeki iddialarını tarihi açıdan da değerlendirmek gerekmektedir. Ege’de XIV. Yüzyıldan, XIX. Yüzyılın başlarından değin Osmanlı egemenliği devam etmiştir. Buna karşılık Antik Çağ’larda eski Yunanlıların Ege adalarında kurmuş olduğu bazı sömürgeler hariç olmak üzere, Yunanlıların tarihin hiçbir döneminde Ege’ye hakim oldukları görülmemiştir.
Ege’de oniki mil uygulaması ile Türkiye Ege’de kazanılmış haklarını ve diğer meşru menfaatlerini kullanamayacaktır. “Haklı menfaatlerin himayesi, bütün milli ve milletlerarası hukukun özel görevidir. Özel anlaşmalarla hasıl olan istisnalardan ayrı olmak üzere genel hukuk, eğer makul bir himaye temin edemiyorsa, o takdirde hukuk kusurludur ve müşterek muvafakatle tadil edilmelidir74.”
Uluslararası hukuk açısından, Türklerin yüzyıllardan beri egemen olduğu ve egemenlik haklarını nizasız ve fasılasız kullandığı bu denizin, tamamen Yunan egemenliğine girmesi, tarihi haklar yönünden de mümkün değildir. Aksi bir düşünce ve fikir, geçmişe dayalı tarihten gelen haklara sahip bir devletin, bu haklarının ortadan kaldırılmasına neden olacak, hatta Türkiye’nin Anadolu ile onun uzantısı olan Ege Denizi ve adalardaki geçmişten günümüze gelen varlığını inkara kadar gidebilecektir.
SONUÇ
Uluslararası andlaşmalara taraf olup olmama konusu, tamamen devletlerin egemenlik haklarından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan, daha AB üyeliğini kazanmadan, AB’nin Türkiye’nin ülkesel bütünlüğüne karşı yaptırımlar uygulama girişiminde bulunması, uluslararası hukuk, iyi niyet ve devletlerin münhasır yetki kurallarıyla bağdaşır bir davranış değildir. Diğer taraftan, karasuları genişliği ve kıta sahanlığı da kara ülkesine nispetle belirlendiğinden, devletlerin ulusal yetkileri içinde kalmakla birlikte, bu konunun bir de uluslararası boyutu bulunmaktadır. Dolayısıyla, karasularının genişliğinin ve kıta sahanlığı alanlarının saptanması konusunu, bu bağlamda ele alarak değerlendirmek gerekmektedir.
“Karasularının genişliği konusunda bugüne değin tekdüze bir düzenleme kabul edilmediği gibi, bu konuda tüm devletler için ve hatta bir devletin tüm kıyıları için tekdüze bir genişliğin kabulü zorunlu değildir. Deniz Hukuku, coğrafi bakımdan çeşitlilik gösteren bir ortam olan denizde, devletlerin yetkilerinin paylaştırılması amacını güder; deniz hukuku kurallarının biçimlendirilmesinde coğrafi ortamın özelliklerinin göz önünde tutulması gereği, bir düzen getirilen bu özellikleri taşıması vakasından doğan bir zorunluluktur. Devletlerin Karasularının genişliğini komşu devletlerin haklarını ve çıkarlarını göz önünde bulundurarak ve nısfete uygun bir anlaşmayla saptamaları gereği, devletlerin eşitliği ilkesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu ilke gerçi, devletlerin coğrafi konumlarından doğan eşitsizliği…giderebilecek bir ilke değildir. Fakat, birbirine benzeyen bir coğrafi konumda bulunan devletler arasında hakların eşit olarak paylaştırılmasını sağlayacak bir hukuki düzenlemenin kabulünü gerekli kılar.” “Hukukta yapılacak her değişikliğin veya mevcut ve geçerli olan hukukun öngördüğü hakların değiştirilmesi sonucunu doğuracak her değişikliğin, çıkarları etkilenen devletlerin rızasıyla gerçekleşmesi için milletlerarası deniz hukukunun öteden beri karşılıklı uzlaşma, makul olmak ve işbirliğinin bir ürünü olduğu vakasını gözden uzak tutmayan bir yaklaşımla sorunlara eğilmek, kaçınılmaz olur. Bu anlayışın devletlerin özellikle aynı türdeki haklarının çatışması durumunda geçerli kılınması, aynı zamanda devletlerin eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Diğer taraftan, bir hukuk normunun iyi niyet kurallarına aykırı biçimde, kimi devletlerin aleyhine sonuçlar doğurabilecek şekilde, yorumlanması ve uygulanması da, Hukuk tarafından kabul edilemez.”
Almanya’da Christian-Albrecht Üniversitesinde Uluslararası Kamu Hukuku Profesörü Nele Matz-Lück, Süddeutsche Zeitunga yaptığı açıklamada, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin doğal gaz arama çalışmalarıyla ilgili olarak “Türkiye'nin üzerinde durduğu önemli bir nokta var. Hem asıl sorun olan Türkiye kıta sahanlığının sınırları, hem de Yunan Münhasır Ekonomik Bölgesinin (MEB) sınırları belirsizliğini koruyor. Yani genel olarak bu deniz alanlarının tamamının yalnızca Yunanistan'a ait olduğu söylenemez.” ifadelerini kullanmıştır. Kıta sahanlığını ve MEB’i sınırlandırmada belirleyici faktörün adaların bu sınır üzerindeki etkisi olduğuna işaret eden Matz-Lück, “Yunan adalarının çokluğu nedeniyle Türkiye iyi bir noktaya sahip. Örneğin, Türkiye'nin hemen önünde bulunan Meis Adası sorunu bir karar mercisine taşındığında, kararın Atina’nın lehine olacağını düşünemiyorum. Küçücük ada,
Türkiye kıyılarından üç kilometreden daha az bir uzaklıkta ve Türk kara sularına doğru uzanıyor. Burada ortadan sınır çekilemez.” diye açıklamada bulunmuştur75.
Fransa’nın bu dönem Yunanistan’a desteği şüphesiz önemlidir. Ancak, Yunanistan’ın, Fransa’nın bölgedeki hedefleri ile bütünleştiği izlenimi vermesi Akdeniz’de taraflar arasında anlaşma sağlanması yönünden tehlikelidir. Bu bakımdan Yunanistan’ın rotayı Macron’un yönüne çevirmesi, geçici bir şey olmaktan öteye geçemeyecektir. Çünkü herhangi müttefik bir ülkenin, uluslararası hukuka aykırı ve NATO dışındaki arzuları ile bütünleşmek, sonuçları kestirilemeyecek tehlikeler barındırır.
Bu bakımdan, Türkiye’nin tezlerinin, AB platformunda da ileri sürülmesi ve kabul ettirilmesi yönünde yoğun çaba harcanması gerekmektedir. Zira, Türkiye’nin tezleri gerek uluslararası düzenlemeler gerekse yargı kararları ile uygulama ve öğretiye dayanmaktadır. Özellikle, AB’ye üye devletler arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin yargı kararlarının, özellikle 1977 Tarihli Fransa ile İngiltere arasındaki Kıta Sahanlığının Sınırlandırılması Tahkim Mahkemesi Kararı’nın Türkiye’nin görüşleri ve tezleri doğrultusunda olması, elini daha da güçlendirmektedir. Bu bakımdan, konunun ön yargılı olmaksızın ülkemiz açısından her boyutuyla değerlendirilmesinin ve bu konudaki çalışmaların sürekli bir biçimde yapılarak, AB ülkeleri ve organları ile gerçekleştirilecek her türlü temasta, Ege Denizi’nde karasuları genişliğinin tek taraflı olarak oniki mile çıkarılmasının uluslararası hukuk yönünden mümkün olmadığının kesinlikle belirtilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, Ege Denizi’nin açık deniz bölümü ile üzerindeki uluslararası hava sahasından, başta askeri tatbikatlar olmak üzere büyük ölçüde, deniz ulaşımı ve benzeri şekillerdeki olanaklarından yararlanan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi, büyük denizci devletlerin çıkarlarına uygun olduğu için, bu devletlerle birlikte hareket etme stratejilerinin geliştirilmesine özen gösterilmelidir.
Ayrıca, özellikle deniz yetki alanlarının belirlenmesinde sorunların ortadan kaldırılması amacıyla, Yunanistan dışında Türkiye’nin Akdeniz’de karşılıklı ve bitişik kıyılara sahip Suriye, Ürdün, İsrail ve Mısır ile iyi ilişkiler kurarak, deniz alanlarının belirlenmesi konusunda anlaşmalar yapması gerekmektedir.
Prof. Dr. M. Tevfik ODMAN
KAYNAKÇA
Aksar Yusuf, Teoride ve Uygulamada Uluslararası Hukuk–II-, Güncellenmiş 5. Baskı, Ankara, 2019.
Bozkurt Enver, Türkiye’nin Uluslararası Hukuk Mevzuatı, İlaveli 3. Baskı, Ankara, Ekim 2003.
Bozkurt Enver, Özcan Mehmet, Köktaş Arif, Avrupa Birliği Hukuku, Ankara, 2001. Demirsoy Selçuk, Birleşmiş Milletler Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı Hakkında Rapor, Karakas, 20 Haziran-29Ağustos 1974.
Doğru Sami, Uluslararası Hukukta Kıta Sahanlığı ve Ege Denizi Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı, Ankara, 2003
Erinç Sırrı, Yücel Talip, Ege Denizi ve Komşu Ege Adaları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1978.
Gamble John King and Miles Edward, Law of the Sea: Conference Outcomes and Problems of Implementation, Ballinger Publising Company, Cambridge, 1977.
Gönlübol Mehmet, Barış Zamanında Sahil Sularının Hukuki Statüsü, AÜSBF Yayınları, Sayı. 11, Ajans Türk Matbaası, Ankara, 1959.
Gönlübol Mehmet, “Deniz Yatağı Komitesi’nin 5 Mart-6 Nisan 1973 Tarihleri Arasındaki New York Toplantısı” SBFD, 1973, C. XXVIII, Sayı. 1-2.
Gönlübol Mehmet, “İngiltere-Norveç Balıkçılık Davası”, SBFD, C., IX, Sayı 4, 1956. Göze Ayferi, Devletin Ülke Unsuru: Sınırları ve Devletle Olan Münasebeti, İstanbul Üniversitesi Yayınları, No. 818, Hukuk Fakültesi Yayınları, No. 175, İstanbul, 1959.
Gündüz Aslan, “Kıta Sahanlığı Hukukunda Yeni Gelişmeler; Libya-Malta Davası”,
Hukuk Araştırmalar Dergisi, C., I, Sayı.3, İstanbul 1986.
Jagota S. P., Maritime Boundary Publication on Ocean Development, Vol. 9, 1985. Strupp Karl, Avrupa ve Amerika Umumi Hukuku Düvel Mebdeleri, Adliye Vekaleti Tercümesi, İstanbul, 1929.
Meray Seha L., Devletler Hukukunda Birleşmiş Milletler Andlaşması ve Tatbikatına Göre Milli Yetki Meselesi, AÜSBF Yayını 1952.
M.M. Wallece Rececca, International Law, 4th Ed. London, 2002.
O’Connell D. P., Internatonal Law of the Sea, Vol. II, Clarendon Pres, Oxford, 1984. Odman M. Tevfik, Uluslararası Uyuşmazlıkların Yargı Dışı Barışçıl Yöntemlerle Çözümlenmesi ve Barışı Destekleme Operasyonları, Birinci Baskı, Adana, 2001.
Odman M. Tevfik, Karasularının Genişliği Sorunu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Ankara, 1990.
Oxman Bernard H. Law of the Sea: US Policy Dilemma, Institute for Comtemporary Studies, San Francisco, California, 1983.
Özman A. Aydoğan, (Çev.) Birleşmiş Milletler Üçüncü Deniz Hukuku Sözleşmesi, İstanbul Deniz Ticaret Odası Yayınları, No. 5, İstanbul 1984.
Özman A. Aydoğan, “Ege’de Karasuları Sorunu”, AÜHFD, Ankara, C. XLIII, Sayı: 3-4, 1988’den ayrı Basım.
Parla Reha, Belgelerle TC’nin Uluslararası Temelleri: Lozan, Montrö, Türkiye’nin Komşularıyla İmzaladığı Başlıca Belgeler, Lefkoşe, KKTC, 1985.
Pazarcı Hüseyin, Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü, SBF. Yayınları, No. 550, Ankara, 1986
Pazarcı Hüseyin, “Ege’deki Deniz Sorunlarına Türk ve Yunan Görüşleri: Hukuki Açıdan”, Ege’de Deniz Sorunları Semineri, AÜSBF. Yayınları, No. 552, Ankara, 1986. Pazarcı Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, 1. Kitap, Gözden Geçirilmiş 9. Baskı, Ankara, 2001.
Pazarcı Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap, Gözden Geçirilmiş 6. Baskı, Ankara, 1999.
Shaw Malcom N., International Law, Fourth Edi. Cambridge, 1997.
Smith Herbert A., (Çev. Ahmet Kesre ve Yüksel Önel) Deniz Hukuku ve Teamülü, 3. B., Deniz Basımevi, İstanbul, 1967.
Strupp Karl, Avrupa ve Amerika Umumi Hukuku Düvel Mebdeleri, Adliye Vekaleti Tercümesi, İstanbul, 1929.
Tangsubkal Phiphat and Lai Fung-Wai Frances, “The New Law of the Sea and Development in South-East Asia”, Aslan Survey, Vol. XXIII, No. 7, July, 1983.
T. Hartley, The Foundations of The European Community Law, 3rd edi., Oxford, 1994. Third United Nations Conference on the Law of the Sea, Offical Record, Vol. XVI, Summary Records of Meetingsi 11th Session, 8 March, New York, 1982.
Toluner Sevin, Milletlerarası Hukuk Dersleri: Devletin Yetkisi Yer ve Kişiler Bakımından Çevresi ve Niteliği, İstanbul, 1989.
Ünal Şeref, Uluslararası Hukuk, Ankara, 2005.
Ünal Şeref, “Milletlerarası Adalet Divanı Kararı Işığı Altında Ege Kıta Sahanlığı Sorunu”
Ankara Barosu Dergisi, C. XXXII, Sayı. 1, 1975.
Yolga Namık, “Ege’deki Başlıca Deniz Sorunları”, Ege’de Deniz Sorunları Semineri, AÜSBF. Yayınları, No. 552, Ankara, 1986.
Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. V, Sıra Sayısı: 17.
Düstur, 5. Tertip, C. III.
Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, C. V, Sıra Sayısı: 411. Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, C. V, ıra Sayısı, 141. Resmi Gazete, 25 Ocak 1933, Sayı: 2313.
Resmi Gazete, 25 Mayıs 1964, Sayı: 11711.
Resmi Gazete, 29 Mayıs 1982, Sayı: 17708, Mükerrer.
Barbados v. Trinidad and Tobago, Award of Arbitration Trubinal, PCA, (11 April 2006). http://www.pca-cpa.org/shadowpage.asp?_pagid=1152 http://www.un.org/Depts/los/reference_files/chronological_list_of_ratifications.htm Case Concerning Maritime Delimitation in the Black Sea (Romania v. Ukraine). Judgment. International Court of Justice. February 3, 2009. http://www.icj- cij.org/docket/files/132/14987.pdf.
Delimiration of the Continental Slıelf (United Kingdam of Great Britain and Northem Ireland and Frenc Republic), International Law Reports, Cilt 54, 1979,
Eritrea-Yemen Arbilration, Phase I, 1998, http://www.pca-cpa.org/ER- YEAwardTOC.htm, Eritrea-Yemen Arbitration, Phase ll, 1999, http://www.pca- cpa.org/ERYE2TOC.htm
Dipnotlar
1. Bu makale, M. Tevfik Odman’ın, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 1990 yılında yayımlanan
Karasularının Genişliği Sorunu adlı Doktora Tezi esas alınarak hazırlanmıştır.
2. Pazarcı Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap, Gözden Geçirilmiş 6. Baskı, Ankara, 1999, s. 122-123. 3. Bozkurt Enver- Özcan Mehmet-Köktaş Arif, Avrupa Birliği Hukuku, Ankara, 2001, s. 33. 4. Ünal Şeref, Uluslararası Hukuk, Ankara, 2005, s. 196
5. Söz konusu Sözleşmeyi 20 Eylül 1995 Tarihi itibariyle onaylayan devletlerin listesi için bkz. http://www.un.org/Depts/los/reference_files/chronological_lists_of_ratifications.htm
8) Genel Af Bildirimi, 9) Yunanistan’daki İslam Emlaki Bildirisi, 10) Sağlık İşleri Bildirisi, 11) Adli İşler Bildirisi, 12) Osmanlı Ülkesine Verilmiş İmtiyazlar Bildirisi, 13) Bazı Sözleşmeler Belçika ve Portekiz’in Katılması Bildirisi, 14) Müttefiklerce İşgal Edilmiş Türk Topraklarının Tahliyesi Bildirisi, 15) Karaağaç- Bozcaada-Gökçeada Protokolü, 16) Yunanistan’da Azınlıkların Korunması ve Trakya Protokolü, 17) Sırp- Hırvat-Sloven Devletinin İmzasına İlişkin Protokol, 18) Lozan konferansı Nihai Senedi, 19) Lozan Barış Andlaşmasına Ekli Olarak Teati Edilen Mektuplar. Ayrıntılı bilgi için bkz. Parla Reha, Belgelerle TC’nin Uluslararası Temelleri: Lozan, Montrö, Türkiye’nin Komşularıyla İmzaladığı Başlıca Belgeler, Lefkoşe, KKTC, 1985.
55.
16. Bu yetersizlik nedeniyle, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı’ndan gerekli bilgi ve destek alınarak tarafımdan hazırlanan Kanun teklifi zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Milli Güvenlik Konseyi Üyesi Oramiral Nejat Tümer tarafından Konseye sunulmuştur. Kanun gerekçesinde, şu ifadeler ile belirtilmiştir. “Türkiye’yi çevreleyen denizlerin özellikleri ve uluslararası hukuktaki gelişmelerin hakçalık ilke ilkesinin uygulanmasına daha geniş yer verilmesini gerektirmesi ışığında, 15 Mayıs 1964 tarih ve 476 sayılı Kanunun Türkiye’nin çıkarlarını karşılamakta yetersiz kaldığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle işbu kanun sözü geçen kanunun yerini almak üzere hazırlanmıştır. Bkz. Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, C. V, Sıra Sayısı: 17, s. 1. Ayrıca bkz. Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, C. V, Sıra Sayısı: 411, s. 1-2. Kanun metni için bkz. Resmi Gazete, 29 Mayıs 1982, Sayı: 17708.
17. 2674 Sayılı Kanun’un verdiği yetkiye dayanılarak yayımlanan bakanlar kurulu kararında şu ifadelere yer verilmiştir. “20.05.1982 Tarihli ve 2674 Sayılı Kanunun verdiği yetki uyarınca, Türkiye’yi çevreleyen denizlerin özellikleri ile hakkaniyet ilkesi göz önünde bulundurulmak suretiyle, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce, karasularının genişliği ile ilgili olarak Karadeniz ve Akdeniz’de mevcut olan durumun sürdürülmesi; Dışişleri Bakanlığınca 26.05.1982 Tarihli ve MIGM-MİGM-III-1365-917 Sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulunca 29.05.1982 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bkz. Resmi Gazete, 29 Mayıs 1982,
Sayı: 17708 Mükerrer. Ayrıca, bu konudaki ayrıntılı bilgi için bkz. Özman A. Aydoğan, “Ege’de Karasuları Sorunu”, AÜHFD, Ankara, C. XLIII, Sayı: 3-4, 1988’den ayrı Basım, s. 177-178.
19. İtilafname için bkz. Resmi Gazete, 25 Ocak 1933, Sayı: 2313.
International Court of Justice. February 3, 2009. http://www.icj-cij.org/docket/files/132/14987.pdf.
43. Erinç Sırrı, Yücel Talip, Ege Denizi ve Komşu Ege Adaları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1978, s. 7-15. Ege Denizi’nde bulunan Türkiye’ye ait adalar şunlardır; Alibeyada, Altıada, Balıkada, Bostanada, Bozcaada, Büyükada, Büyük Kiremitada, Büyük Tavşanada, Çatalada, Çavuşada, Çiçekada, Çıplakada, Doğanbeyada, Dümbelek Adaları, Fenerada, Garipada, Gökçeada (İmroz), Göreceada, Güneşada, Hayırsızada, Hekimada, Kardak Adaları, Keçiada, Kızılada, Kılavuzada, Kocaada, Kozada, Küçükada, Küçük Tavşanada, Madenada, Mordahiçada, mustafa çelebi Adası, Nimera, Orakada, Ozakada, Pırnallıada, Poyrazada, Sahihada, SarozAdaları, Söğütada, Tavşanada, Tavşanada, Tesenada, ikiz Adaları, Kalemada,Kemeriyeada, Karaada, Karabağada, Karacaada, Tokatbaşıada, Toprakada, Uzunada, Yassıcaada, Yılancıkada, Yollucada.
N. K/Y.100 ile formüle etmiştir. Bu formüle göre, Türk karasularının genişliği=31x7126/767119x100=28 mildir. Bkz. Gönlübol Mehmet, s. 84.
65. Toluner Sevin, s. 102.
75. https://www.ntv.com.tr/dunya/kamu-hukuku-profesoru-nele-matz-luck-turkiyenin-dogu-akdeniz- tezlerinde-haklilik-payi-var,vMTIAGx_2Ee7sTE8a1gUTQ