Logo
Çağ Üniversitesi
16.06.2020

“KOLPOCU KÜLHANİLİK” VE YUNANİSTAN

Prof.Dr. Esat ARSLAN tarafından

“KOLPOCU KÜLHANİLİK” VE YUNANİSTAN

Kolpoculuk” yapay Yunan milletinin, kurgulanan ve kurdurulan Yunanistan’ın ulusal ve devlet karakterlerinden sadece biridir. Osmanlı Devletinin paylaşılması demek olan Doğu sorununun çıkış noktası 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından bu yana Osmanlı Devleti hem çevrelenmeye hem de eski yurttaşlarından oluşturulan yapay ulus devletleri marifetiyle hep çevrelenmeye çalışılmış, azami gayret gösterilmiştir. İşte Yunanistan böyle bir devlettir, Sevr’den bu yana bizlere dayatılan Ermenistan böyledir, Kürdistan böyledir. Örneğin, 24 Nisan 1830 Yunanistan’ın bağımsızlık günüdür, aynı 24 Nisan sözde Ermeni Soykırım günü olarak da kabul edilmiştir. Yunanistan’ın kuruluşunda Fener Rum Patrikhanesiyle Fenerli Rumlar etkin rol oynamışlardır. Amaçları hiçbir zaman sadece XIX. Yüzyılın başlarında Akropolün eteklerinde taş yığınlarından başka bir şey olmayan ‘Eski Yunanistan’ı diriltmek olmamıştır. Onların hedef ve gayesi, başkenti İstanbul olan Rus güdümünde bir “Ortodoks Doğu İmparatorluğu”dur. Bugün Ayasofya’nın ibadete açılmasında Yunanistan’da bir kaşık suda koparttığı fırtınanın sebeb-i hikmeti, isyancı Fenerli Rum geleneğinin etkisinin bugüne kadar devam etmesidir. Onların bütün dertleri İstanbul’dur, ve de İstanbul’un fethinin içlerine sindirememeleridir. Unutmayalım, 6 Mart 1821 tarihinde Rus Çarı I. Aleksandr’ın “cesur çocuk” dediği Fenerli Rum “Aleksandros İpsilantis” isyan bayrağını, Mora’da değil, bugünkü, Romanya ve Moldova’da sınırları içerisinde bulunan Buğdan’da açmıştır. Mesele de gayet basittir. 1805 yılında Osmanlı Devleti tarafından görevden alınan babası Buğdan Voyvodası ‘Konstantin İpsilantis’in intikamının alınmasıdır.

Sahte kahramanlık, demek olan, “Kolpoculuk”, “Yapay Yunan” devletinin şiarında, kuruluş sistematiğinde vardır, sevgili okurlar. Hani kavgada “tutmayın beni” deyip avazı çıktığı kadar bağıran; bırakılınca da “niye beni tutmuyorsunuz” diye veryansın eden taraftır, “kolpoculuk”. Sadece bu sözcük bile ‘Yunan-istan’ın ulusal ve devlet özelliklerini simgeler. Kolpocuların en önemli ayırıcı özelliklerinden birisi de “komplocu”luğu benimsemiş olmalarıdır. Komplocu derken kapalı kapılar arkasında velinimetine, en yakınlarına karşı düzenler kuran ve birilerinin yardımıyla üretmiş olduğu iftira ve suçlamalarla onları zor duruma düşürmeyi kastediyorum. Türkçe ’de bunu adı ‘tezgâh kurmak’tır, rakibini zor duruma düşürmek, rakibini oyuna getirmektir. Yunanlıların en bayıldıkları işlerden biridir, kumpas kurmak. Türkçe ’de kullanılan çok güzel bir deyim var, bugünlerde moda olan, organize işlerdendir, yaptıkları bazen de yüzüne gözüne bulaştırdıkları. Onların maksatları yalan dolanla dünya kamuoyunu aldatmak, kandırmaya çalışmak ve bu şekilde durum üstünlüğü sağlamaktır.

Efendim, Türkiye’nin kararlı adımları sonucunda önce Doğu Akdeniz ve sonrasında Libya ile planları bozulan Yunanistan, boş tehditler savurmaya devam ettiğini hep birlikte görüyor ve izliyoruz. Nede olsa, bıçkınlık, “serde kabadayılık, pardon külhanlık, Yunanlılık” var ya. Yunanlı olmak külhaniliğin eş anlamlısıdır, yoksa ne gezer Yunan’da ‘Kabadayılık’. Oynadıkları folklorik oyun sirtakinin en ünlüsü de Mikis Theodrakis’in “Zorba”sıdır.  Aslında bizim dilimizdeki, zorbalık, kuralsızca başkalarının hakkına tecavüz etmek için kullanılır. Ayrıca, düşmanlıkla, ayrımcılığın bir ürünü olan “Zorba” sözcüğü Yunanca değildir. Farsça “kuvvet gösterisi yapan” anlamına gelen “zorbaz” sözcüğünden gelir. Yunan’a en çok yakışan kelimelerden biri ile ifade edelim, “zorba külhanlık” olabilir mi? Kuşkusuz evet. Külhanbeyi deyimi; her türlü edepsizliği yapacak tıynette, baldırı çıplak güruhundan serseri kimseleri tanımlar. Külhan; hamamların ateş yakılan, en sıcak bölümüdür. Osmanlı hamamlarında hamamın suyu bu külhan denilen yerden geçerek ısıtılırdı. İşte bu yüzden hamamların bu en sıcak yerleri, çoğu zaman evsiz, barksız, anası babası belli olmayan ve berduş taifesinin sığındığı, geceleri yattıkları yerler olmuştur. “Berduşhane”. Hemen hemen her hamamın külhanlarına sığınmış, burada konaklayan gençler bulunurdu, Bunlara külhanbeyi adı verilirdi... Hamam külhanlarında halkın “külhaniye” dediği çamur, balçık, batak anlamına gelen layharlar, haytalar arz-ı endam ederlerdi. Peki, külhanda toplanan bu berduşlara neden külhanbeyi denilirdi?  Külhanda toplanan bu ‘hamam nedim’lerine, çocuklarına “Bey” unvanının verilmesi ise ayrı bir hikâyeye dayanır. Vakti zamanında padişahın gözdesi ‘Senayi Bey’ adlı bir “Nedim”, itibar yitirerek külhana düşmüştü, işte külhanlarda yaşayan bu berduşlara “bey” sıfatının verilmesi de bu ‘Senayi Bey’in anısına istinadendir. Hamam külhanlarında geceleyen “Külhanbeyleri” hamamdaki müşterilerin yükte hafif pahada ağır eşyalarını çalar, müşteri şikâyetçi olursa da çirkefe yatar ve müşteriyi döverlerdi. Bunlar hamam külhanlarında işlerini bitirdikten sonra başlarına fes takar, omuzlarına bahriyeli parkası atar, yumurta topuklu ayakkabılarının üzerine basarak caddede salına salına gezer, kimi zaman nara atar, çoğu zaman insanlara sataşır, haraç ister milletin başına bela olurlardı.

Kabadayılar farklıydı. Günümüzde artık pek rastlanmayan efendi sözcüğü ile bütünleşen kabadayılar adeta şehrin şövalyeleriydi. Özellikle güçsüzü, namuslu insanları koruyup kollayan, himaye eden kabadayılar, külhanbeylerin aksine kelimenin tam anlamıyla ‘gerçek bey’ diler. “Racon” adı verilen örf ve adetleri olan kabadayılar kendi koydukları bu kurallara uymak zorundaydılar. Yani anlayacağımız, Yunan kim? Kabadayılık kim? Racon kesmek de, Yunan’ın  ne haddine.

Efendim, bilinenin aksine bizim bıçkın edebiyatı Rumlar ve Ermeniler tarafından geliştirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin kurucu unsuru, millet-i hâkimesi (core state) Türkler, güzel ahlaklı, saygılı, terbiyeli, hayâlı, nezâket ve nezahete önem veren insanlardır. İnsan ve toplum ilişkilerinde “Edep Yahu” düsturu onlar için bir hayat felsefesidir, bir dünya görüşüdür.

Efendim, şimdi gelelim esas konumuza. Atina’da düzenlenen “Delfon 20 Ekonomik Forum”da konuşan ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilere değinen Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Türkiye ile Libya arasında yapılan anlaşmanın geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. “Türkiye egemenlik haklarımızı ihlale teşebbüs ederse bunun ciddi sonuçları olacaktır” diyerek önce meydan okumuş, arkasından da iki ülkenin farklılıkları çözmek için konuşabileceklerini belirtmekten de geri durmamıştır. Miçotakis, Türkiye’nin karşısında sadece Yunanistan’ı değil, Avrupa’yı da bulacağını söylemesi Türkiye’ye karşı Yunanistan’ın klasik açılımından biridir. Yunanistan’ın hadsizlikleri o duruma yükselmiştir ki, Milli Savunma Bakanı Akar, önce Yunanistan Savunma Bakanı’nın “savaşa hazırız” sözlerine, daha sonra Savunma Bakan Yardımcısı Alkiviadis Stefanis’in “her türlü kötü senaryoya hazırlıklıyız “ ifadesine tepki göstererek, “Onlar bir dil sürçmesidir. Yunanlıların Türkiye ile savaşmak isteyeceğini ben matematik olarak uygun ve doğru olmadığının altını çizmek istiyorum” demek zorunda kalmıştır. 7 Haziran 2020 tarihinde TRT ortak yayınında üç gazetecinin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Yunanistan boş durmuyor kurusıkı atıyor. Türkiye’ye bu tür laf atılır mı? Biraz kendine çekidüzen ver haddini bil. Sen eğer haddini bilmezsen Türkiye’nin yapacağı şey bellidir.” Sözleriyle yapmış oldukları densizlikleri bütün dünyaya adeta haykırmıştır.

Efendim, Yunanlıların densizlikleri, günümüze özgü bir durum değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de etkin bir biçimde bayrak göstermeğe başlamasından bu yana devam ediyor. Aslına bakarsanız, Türkiye’nin, sondaj gemilerinin sayısını 3’e, sismik araştırma gemilerini 2’ye, 2000 yılından itibaren tam kapasiteye ulaşan Harp Filosu Komutanlığının Güney Grubunun Marmaris Aksaz’ı mekân eyledikten bu yana devam ediyor. Tabii ki, bu tür kararların ne kadar doğru olduğu şimdilerde daha iyi anlaşılmaktadır.

Yunanistan, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu belgesi ve tapu senedi olan Lozan ve uluslararası antlaşmalar hilafına Türkiye’ye yakın adaları silahlandırmaları ve 2004’den itibaren Türkiye’ye yakın 18 ada ve bir kayalığı işgal etmeleri saldırgan tutumlarının sadece iki örneğidir.

Türkiye buraları korumaktan tabii ki aciz değildir. Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyeti rücu eden haklarının da takipçisidir. Bir bakalım isterseniz Yunan gasplarına, mesela Girit Adası’nın hukuki statüsüne. Girit Adası’nın hukuki statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuka göre Girit Adası’nın dörtte üçü ve adanın etrafındaki 14 ada ile adacık ve kayalıklar, Osmanlı Devleti’nin ardılı olan, küllî halefi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Lütfen şaşırmayın, eski defterleri karıştırmıyoruz. 1854 yılından itibaren alınmaya başlayan Osmanlı Devletinin dış borçlarını 1954 yılında sıfırlayan ülke sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı sırf Osmanlı dış borçları nedeniyle 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasını imzalamaktan vaz geçmiştir. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı Lozan Antlaşması tarafları yedi düvelden sadece biridir. Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi ile antlaşmaya taraf olan ülkeler tarafından, Atina Antlaşması’nın 15. maddesinin devamı teyit edilmiştir. Bu sürecin çıkış noktası Balkan Savaşlarından sonra imza edilen Bükreş Antlaşmasıdır. Bükreş Antlaşması Yunanistan’ın ada üzerinde tek başına ferdi mülkiyetinin olmadığını gösteren somut bir belgedir. Bükreş Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913 tarihinde Atina Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 15. maddesi ile Girit Adası’nın dörtte birinin Yunanistan’a ait olduğu bir kez daha teyit edilmiştir. Anılan teyit ile Londra Antlaşması’nın uygulanacağı kayıt altına alınırken, Londra Antlaşması ile adanın sadece dörtte biri Yunanistan’a verilmiştir. 1913 Londra Antlaşması’nın hiçbir yerinde, Girit Adası’nın Yunanistan’a terkedildiği, verildiği veya bağlandığı ifadesi bulunmamaktadır.

Lozan Antlaşması’nı Osmanlı dış borçlarını imzalamaktan imtina eden Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı, Girit Adası üzerindeki haklarından Türkiye Cumhuriyeti lehine feragat etmiştir. Esasen 1913 Bükreş antlaşmasında Sırbistan ve Karadağ tarafından Yunanistan lehine feragat yapılmadığı için ülkelerin ada üzerindeki toplam dörtte üçlük payı da Osmanlı Devletinin halefine Türkiye Cumhuriyetine rücu etmiştir. Kısaca Girit Adası’nın hukuki statüsü, 1913 Londra Antlaşması, 1913 Bükreş Antlaşması, 1913 Atina Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması ile belirlenmiştir. Bu antlaşmalara göre adanın sadece dörtte biri Yunanistan’a aittir. Girit adasının dörtte üçü ile etrafındaki adacık ve kayalıklar Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Görüyorsunuz, defterleri üstten biraz karıştırdığımızda neler görüyoruz, neler.

Böyle olmasına karşın, Yunanistan, hemen her fırsatta Türkiye’yi yayılmacı, tacizci özellikle Ege’de Yunanistan haklarını ihlal ettiği yönünde dünya kamuoyunda yoğun bir propaganda yapmaları akıl ve izanla bağdaşır bir durum değildir. Bu bir tipik Yunanistan stratejisidir. Yani hem yapan, hem de ihlal eden, işgal eden, taciz eden, Ege’yi Yunan gölü haline çevirmeye çalışan Yunanistan’ın bizzat kendisidir. Üstelik Türkiye’yi aynı şekilde tacizci olarak göstermek isteyen de yine aynı Yunanistan’dır. Çünkü Yunanlılar, Batı uygarlığının temel taşını oluşturuyor gibi yerleşmiş bir kanaati devamlı olarak istismar etmektedirler. Batı uygarlığının temelini oluşturan ve de günümüz batı uygarlığını meydana getiren en önemli kaynak sadece Akropol, Atina temelli Antik Yunan uygarlığı değildir. Asıl devamlılığı, birbirine geçişli olan Antik Anadolu Medeniyetidir. Antik Anadolu uygarlığının sanat, bilim ve felsefe gibi alanlardaki başarısı bu günkü küresel bazda dünya uygarlığının temelini oluşturduğunu sadece söylemekle iktifa edelim. Düşünce ve tartışma özgürlüğünün olduğu, ilk kez demokrasi idealinin ortaya çıktığı yer Antik Anadolu uygarlığıdır.

Eleştiri ve karşılaştırmayı pozitif bilime kazandıran ve bunu kazandırmakla kalmayıp kurumsallaştıran, özgür düşünce ve tartışmanın ilk kuruluşu olan “Akademi”yi kuran Eflatun (Platoon)(M.Ö. 427-347) Çanakkalelidir. Olimpiyatlar bile Atina’da değil, Hatay’da yapılmıştır. (1)  Eflatun, bugünkü akademik kurumların ve akademisyenliğin temellerinin atıldığı ‘Akademia’nın kapısına “Buraya Geometri bilmeyen giremez” yaftasını astırmıştır. Neden böyle bir yazı yazma gereği duymuştur, Eflatun? Çünkü akıl ve mantık üzerine kurulu geometri ve felsefenin ortak noktası perspektif, bilimsel bakış açısıdır. Antik Anadolu Uygarlığı o kadar önemlidir ki, Eflatun’un kitabı ‘Devlet’ Urfa Harran’daki Tıp ve Astronomi mektebinin kütüphanesine ‘1’ numara ile kayıtlanmıştır. Kitap, Yunancaya Arapçadan tercüme edilmiştir.

İsterseniz, şimdi de olanları biraz daha irdeleyelim. 2019 yılının son aylarında Türkiye’ye yakın adalara yerleştirmiş olduğu S 300’leri de aktive eden Yunanistan’da Başbakandan, Savunma Bakanından, Savunma Bakan Yardımcısına, Donanma Komutanına, milletvekilinden asker eskilerine kadar neredeyse hemen herkes Türkiye’ye külhanlık taslamaya, meydan okumaya ve savaş naraları atmaya devam etmektedirler. Hatta ve hatta akil adam olması gereken Yunanlı diplomatlar bile savaş çığırtkanlığını en ileri seviyeye taşımaktadırlar. Yunanistan’ın bu olumsuz açılımları korona günlerine de özgü bir davranış biçimi değildir. Bir bakıyorsunuz, Hürriyet gazetesinin “8 Aralık 2019” tarihli haberinde olduğu gibi “Yunan savaş uçağının Türk savaş gemisine kilitlendiği” iddia ediliyor, gülüp geçiyorsunuz. Hiç şüphe yok ki, haber düzmecedir, yalandır. Asparagastır. Nasıl anlıyorsunuz, peki? Gerçek kısa süre sonra ortaya çıkıyor. Türk askeri kaynakları iddianın kesinlikle doğru olmadığını açıkladıktan sonra, söz konusu paylaşımın da Yunan tarafının kendi halkına uyguladığı ‘algı operasyonu’ yalanlamasından anlıyorsunuz. Korona günlerinde bir bakıyorsunuz, Libya’ya giden Türk kargo gemisi ile desteğindeki Türk firkateynlerini durdurmaya çalışan Yunan Deniz kuvvetlerinden kalkan bir helikopter görüyorsunuz. Türk fırkateyninin uyarı vermesi üzerine sadece helikopterin değil bölgede bulunan Yunan deniz kuvvetlerinin alayının geri çekildiğini görebiliyorsunuz. Bunlar ne zannediyorlar, kendilerini? Akdeniz’in ortasında, göçmenlerin lastik botlarını şişleyerek batırmak, yakıt depolarını alarak onları ölüme terk etmek gibi, tam da Yunan’a özgü bir zorba külhani işi olarak mı görüyorlar, tüm bu işleri. Bre gafil, merhum babasının cenaze törenine gitmeyi bile iptal eden anavatandan 2.000km. uzaklıktaki “Mavi Vatan Ordusu”nun komutanları, subayları, leventleri sana bunu yaptırır mı? Tabii ki alanı terk etmişlerdir. Yunan’ın karakteristik vasfıdır, zoru görünce kaçmak, ancak ve ancak savunmasıza karşı güç kullanmak.  

Efendim, Türk kamuoyu bunları bilir, bunlara alışıktır. Akdeniz’deki tırmanmaya geçer mi? sonunda n’olur? diye sorarsanız. Söyleyelim, gerginliği çıkaran Yunanlılar, çekmiş olduğu gerginlik lastiğini bırakmak zorunda kalırlar, ama kışkırtıcılığı da sonuna kadar hiçbir zaman elden bırakmak istemezler, bu konuda fazlaca da bir şey demeye gerek yok, sanırım. Türk kamuoyu bu konuda epeyi bir deneyim sahibidir.

Şimdiye kadar hep görülmüştür, Yunanlı biraz köşeye sıkıştı mı hemencecik de havlu atmasını bilir, bu Yunan milletinin ve Yunanistan devletinin en ayırt edeceği özelliğidir. Onların geri adım atması, bıçak kemiğe dayanınca Türkiye Cumhuriyetinin ‘höt’ demesi ile gerçekleşir. O zaman ne yaparlar? Bu konuda epeyi deneyimli olduklarından önce bu tür anlaşmazlıkları uluslararasılaştırırlar,  sonradan da anlaşmazlıkları uluslararası bir masaya getirmeye çalışırlar. Bilirler ki, onlar kendilerine müzahir olan büyük devletlerin sayesinde bu şekilde kazanmayı yeğlerler, unutmayalım hep de kazanmasını bilmişlerdir, aman dikkat!

Dipnotlar:

(1)https://tr.sputniknews.com/analiz/201705111028423420-dilipak-yunan-musluman-anadolu-yunan-rum-roma//Erişim Tarihi: 13.06.2020/

Prof.Dr. Esat ARSLAN

YAZAR HAKKINDA