RF’NİN LİBYA KURGUSU
Zannederim şimdi daha iyi anlaşılıyordur, Libyalıların, oluşturduğu isyancı Hafter’e karşı başlatmış olduğu harekâtın isminin neden “Öfke Volkanı Operasyonu” (Volcano of Rage Operation) olarak konulduğu.
2011 yılında Afrika ve Libya’nın Önderi Albay Muammer Kaddafi’nin katledilmesinden sonra güya “Kaddafi’nin arkadaşıyım” diyerek, NATO önünde yenilgiye uğrayan Libya Ordusunun başına geçen Hafter’in yayılmacı güçlerin emrindeki diktatöryal planları çok daha iyi tezekkür ediliyordur.
Asi General Hafter tüm planını paralı askerler üzerine kurgulamıştır. İşi gerçekten zordur, ‘Milli Şuur’dan yoksun, sadece para için savaşan katiller ordusunun başına getirilmiştir.
Yardımlı ve güdümlüdür. Bugüne kadar savunmasız halkına karşı öylesine kin ve nefret dolu bir tutum izlemiştir ki, kıyımlar, kırımlar hatta proto soykırımlar bile yapmıştır. Hafter milislerinden 4 Haziran 2020 tarihinde kurtarılan Terhune kentindeki bir hastanede, aralarında kadın ve çocukların da olduğu 106 ceset bulunması bunun en büyük göstergesidir.
Terhune kentindeki hastanedeki katliamla ilgili olarak, Libya Sağlık Bakanlığı Basın Müsteşarı Emin el-Haşimi, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu cesetlerin çoğunda işkence izlerine rastlandığını belirtmesi öfkenin sınırlarının nerelere vardığının açıkça ispatıdır.
Bazı cesetlerin tanınmaz olduğunu aktaran Haşimi, savaş suçlarının yerel ve uluslararası bütün kanunları ihlal ettiğini vurgulaması kardeşin kardeşi bir terminatör gibi nasıl ortadan kaldırmaya programlandığını göstermektedir.
Bir tarafta her türlü rezilliği yapmaya meyyal, tek derdi para ve hedonizm olan bir ordu, öte yandan içinde yanan öfke ateşiyle büyüyen “Sefer bizim, Zafer Allah’ındır” diyen, diyebilen Libya halkının içinden çıkan bir “Millet Ordusu”. Şimdi sormak lazım değil mi? Para mı? Şuur mu? diye. Şüphesiz, “Millet Ordusu” tarafından “şuur” zafere giden en önemli yol olarak benimsenmiştir.
Unutmamak gerekir ki, hiçbir zafer yoktur ki iyi düşünülmüş, üzerinde çalışılmış ve detaylı hesaplanmış bir sefere sahip olmasın. İşte eksik olan bu hususu Türkiye Cumhuriyetinin bölgeye giden akil, askeri eğitmenleri, liderleri tamamlamış, zafer yolunda imanla gayretleri bütünleştirmişlerdir, tıpkı Trablusgarp Savaşında olduğu gibi. Allah’a çok şükür ki, Libya Harekâtında Allah bizimle beraber olmuş, zaferi de Türk ulusuyla beraber olanlara müjdelemiştir.
Hep birlikte anımsayalım, II. Dünya savasında Rus işkencesinden, soykırımdan, işgalinden kaçarak, Almanların yanında çarpışan Türkistanlı kardeşlerimiz üniformalarına “Allah biz bilan” yazdırmışlardır, yani “Allah bizimledir!” Günümüzde de Çin’e karşı direnen Doğu Türkistanlı Uygur kardeşlerimizin en çok kullandıkları cümlelerden biri “Allah biz bilan” ya da “Huda biz bilen” dır. Kuşkusuz, her zaferin bir seferi vardır. Marifet ise, o seferin yapılmasında, eyleme sokulmasındadır.
Çünkü Libya halkının yüreğinden çıkan ve hançerelerinden göğe yükselen “Üzülme, endişelenme çünkü Allah bizimledir.” İşte bu şuur zaferi yoktan var etmiştir, sevgili okurlar.
Anımsayacaksınız, geçen haftaki makalemizde, Rusya’nın Beşar Esad’ın danışmanlığında ve eşgüdümünde Libya’da kurgulamış olduğu oyundan bahsetmiştik. Kısaca bu oyun, Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves le Drian’ın deyimiyle “Libya’nın Suriyeleşmesi Senaryosu” idi.
Ayrıca yine bu makalemizde Türkiye’nin Akdeniz’de yapmış olduğu yerinde, meşru ve hukuki adımları bilinen aktörleri Türkiye karşıtlığı ortak paydasında bir araya getirmesi, buna açık ve seçik olarak RF’nin de dahil olduğunu dillendirmiştik.
Demiştik ki, “NATO şemsiyesi altında Albay Muammer Kaddafi’ye karşı yapılan harekâtta umduğunu bulamayan RF, şimdilerde parsa peşinde koştuğunu hep birlikte görmekteyiz. Durum üstünlüğü bağlamında RF, her ne pahasına olursa olsun Libya hava sahasında hava üstünlüğünü sağlamak, sıklet merkezi kapsamında Wagner güçlerini belirgin üslerde toplamak ve kuvvet zafiyetini ise Esad milisleriyle karşılamayı ummaktadır.”
Esad milislerinin bir kısım da olsa Libya’ya gönderildiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı Suriye’de İdlip’de bir zafiyet yaratabilir miydi? Kuşkusuz evet. İşte bu nedenle bu durumu bu hafta yerel kaynaklarca biraz daha derinleştirme gereği hissettik.
Ve de gördük ki, Rusya Libyada kuvvet zafiyetini girmek amacıyla Suriye’nin “Deyrizor” bölgesinde Libya’da Asi Hafter milisleri yanında Ulusal Mutabakat Hükümeti Silahlı Kuvvetleri (UMHSK) karşı savaşmak için paralı asker topladığını belgelerle teyit ettik. Aklın yolu birdi. RF’nin araç, gereçlerini, uçaklarını bile kamufle ettiği bir ortamda kendi askerleriyle Hafter’in açığını kapatması mümkün değildi.
RF’nin Libya’daki fiziki güç ihtiyaçları, aynı dili konuşan, aynı ırka mensup Araplarla karşılanmalıydı. Çünkü onlar kardeş kavgasında öldüklerinde kolaylıkla yerlerine konulabiliyordu. Ölen ölüyor, kalan sağlar da onlara hizmet ediyorlardı. Suriye’de bunu AB(D) bakarak öğrenmişlerdi.
İşte ‘Vekâlet Savaşı ‘(Proxy War) böyle bir şeydi. Belgeler incelendiğinde görüldü ki, Rusya üç aylık dönemler halinde Hafter saflarında savaşmayı kabul eden gençlere aylık 1.000 $ teklif etmekte ve kabul edenler 15 günlük eğitime alındıktan sonra Libya’ya gönderileceği ifade edilmektedir.
Kuşkusuz, RF, ‘Arap Baharı’nın başından beri Libya’ya karşı ilgisiz değildi, o günkü durum gereği, sanki alakasız gibi görünüyordu.
Çünkü Suriye’ye yerleşmesi, kalıcılığını pekiştirmesi çok önemliydi, Suriye iç savaşıyla derinden meşguldü. RF’nın Trablus Büyükelçisi Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev’i müdahale etmeye çağırmış, karşılığını görevinden alınmakla ödemişti. Rusya, Suriye’de tam olarak güvenli hissetmediği için “bekle gör” politikasıyla yetinmek zorunda kalmıştır.
Bu durum hala bugün bile gizemini korumaktadır. AB(D), 2011’de Libya’ya askeri müdahaleye hazırlanırken, Irak ve Suriye müdahalelerinin dünya kamuoyunda yapmış olduğu olumsuzluklar nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararına ihtiyacı bulunmaktaydı.
Rusya’nın ret değil, çekimser kaldığı oylamada, BMGK’nin 1973 sayılı kararıyla Libya’ya karşı güç kullanımı yetkilendirilmesine izin verilmiş ve NATO’nun Libya’ya müdahalesi bu şekilde gerçekleşmiştir.
Ancak şimdiki Libya halkının öfkesi gibi, Libya’da Batı tarafından kandırılma duyguları üzerine bina edilen Rus öfkesi bu nedenle hiç dinmemiş, hiçbir zaman da ortadan kalkmamıştır.
Bu nedenle, 2012 yılında tekrar devlet başkanlığına dönen Vladimir Putin, öfkeli patlamaları ile AB(D)’yi Libya’yı tarumar etmek, Muammer Kaddafi’yi katletmek ve Libya’da rejimi değiştirmekle görevini aşmakla suçlamıştır. Oysa BMGK ‘nin 1973 sayılı kararı sivillerin korunmasına yöneliktir, RF bu nedenle çekimser kalmıştır.
O dönemde hiç kimse Moskova’nın hatta eski bir müttefik seviyesinde olan stratejik bir Libya’nın, AB(D) tarafından teşvik edilen milisler tarafından yağma edilmesini, daha da kötüsü Batı’ya teslim edilirken bekleyip sadece izlemekle yetinmesini beklemiyordu.
Tabii bütün bunlar olurken, cumhurbaşkanı makamında şahin Putin yoktu, güvercin Medvedev vardı. Kremlin, maalesef 2011’de NATO’nun Libya’yı bombalamasına izin vererek büyük bir stratejik hata yapmış, bir şekilde can evinden vurulmuştu. Neler söylenmedi ki, bu stratejik hata hakkında. Bir tarafta Medvedev’in güvercinliği, öteki tarafta Şahin Putin’in yokluğu tartışılıyordu.
Ama o tarihte Putin de Başbakanlık görevini icra ediyordu. Bu bir nevi tarihî Roma devletinde kral Tarquinius Superbus’un Roma’dan kovulmasından sonra kurulan Cumhuriyet yönetimine benziyordu. İktidarın, gücün tek bir kişiden alınıp iki kişiye geçmesine, devletin iki ‘Magistrat’la, ilerleyen dönemlerdeki iki ‘Konsül’le yönetilmesine benziyordu. Bilinen bir gerçektir ki, SSCB dağılmasından sonra yirmi yıl geçmesine karşın, RF, Kuzey Afrika’daki stratejisini yeniden yapılandıramamış, bu kapsamda Suriye’deki müdahale modelinin Libya’da uygulanıp uygulanmayacağı konusunda tereddütler içerisinde olduğu görülmüştür.
SSCB’nin ardılı, RF’nin bir şekilde ortaya koymuş olduğu politika “Proaktif Temkinli Mukabele” siyaseti olarak belirginleşmişti. Ancak RF mevcut etkinliği ile esnek mukabele sistemini ortaya koymaktan aciz bir tutum sergilemekteydi.
Bu dönemde Moskova, BM’nin desteklediği çatışmalara aracılık etme çabalarına katkıda bulunmayı bir devlet görevi olarak üstlenmiştir. Hatta bu çalışmalar bağlamında, Trablus’ta Ulusal Mutabakat Hükümeti(UMH) ‘nin kurulması ve Libya’daki tek meşru otorite olarak kabul edilmesini bağıtlayan BMGK 2259 sayılı kararı lehinde bile oy kullanmıştır.
Halife Hafter Libya sahnesinde göründüğünde, RF, Beşar Esad rejimiyle birlikte Suriye’de kalıcılığını sağlamlaştırırken, Rus diplomasisi de aktif olarak kapalı kapılar arkasındaki Libya ile olan bağlantılarını yeniden etkinleştirmeye başlamıştır.
Asi General Halife Hafter’in ortaya çıkışı, Batıya olan öfkesini bastıracağı bir seçenek olarak görülmüş ve bir devlet politikası olarak ele alınmıştır.
Doğal olarak uluslararası ilişkiler literatüründe bu politikanın adı “Çatışmada Kazanan Ata Oynamak” (winning horse in the conflict)’tır. Anımsamakta yarar var, AB(D)’ye karşı olmak, ister istemez Moskova’ya yanaşmak olarak algılanır, Ortadoğu ülkelerinde.
Moskova’nın kapıları tüm Libyalı gruplara açıktı, aynen Suriye’de Irak’ta olduğu gibi. RF, Moskova’da UMH liderlerini, aşiret reislerini ve hatta katledilen liderin oğlu Saif Al-Islam Kaddafi’nin temsilcilerini bile ağırlamıştır. Ve de bütün yakın görüşmelerden sonra Libya iç savaşında “kazanan ata” karar vermiştir.
RF’nin stratejik değerlendirmesine göre, Libya’da kazanması muhtemel olan “at” General Hafter olarak görülmüştür. Hafter de, Mısır’da Abdül Fettah El-Sisi’nin darbeyle iktidara gelmesi sonrası bizzat onun yardımıyla, Moskova’nın rakibi Washington’la eski bağlantısına karşın Moskova’dan yardım istemiştir. Ne de olsa, Hafter, Moskova’ya yabancı olmayan eski Libya askeri kadrolarından, silahlarını bilen ve bir zamanlar 1980’lerin Çad savaşını kaybetmeden önce Kaddafi’nin adamı olarak görülüyordu.
Ezcümle, Hafter’in Moskova’ya ihtiyacı olduğu kadar, Moskova’nın da ona gereksinimi bulunmaktaydı. RF, 2011’de bir stratejik hata yapmıştı. Bu durum hemen herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Evet, AB(D), 2011’de saldırıda ön alma politikasıyla Libya’da durum üstünlüğünü sağlamıştır, ancak bundan sonra atılacak doğru hamleler ile sahada ve risk yönetiminde Rusya kazanabilir.
Moskova, 2011’deki “Arap Baharı” nın Arap dünyasındaki zalim diktatörlere karşı kendiliğinden oluşan bir sinerji ile bir patlama olduğu Batı anlatısını hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bunun yerine, Batı tarafından Ukrayna ve diğer “yakın” ülkelerde özendirilen ve de planlanan “renkli devrimler”in gerçekte neler olduğunu açıklayarak, bütün bu yapılanların perde arkalarını açıklama stratejisini benimsemiştir.
Türkiye’de pek takip edilmemekle beraber, ‘Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’, Münih’te ilk defa 1963’te “Uluslararası Askeri Bilimler Buluşması” adıyla düzenlenen bu sene 56’ncısı icra edilen ‘Münih Güvenlik Konferansı’ kadar, ünlüdür.
2015 Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’na katılan Rus analistler, RF’nın 2011’de Kaddafi’den vazgeçerek nasıl yanlış yönlendirilmiş olduğunu açık bir dille eleştirmişlerdir. Oysa başta Rus Jeopolitiğinin Avrasya yaklaşımının mimarı Aleksandr Dugin olmak üzere diğer stratejlere göre, Libya coğrafi konum olarak Rusya’nın geleneksel sıcak denizlere ve Akdeniz limanlarına erişimini her zaman gerekli görmüşlerdir.
Libya’nın uzun Akdeniz kıyı şeridi, Afrika’ya açılan bir kapı olarak konumu ve petrol ve doğal gazları rezervleri Libya’nın stratejik önemini daha da arttırmaktadır. Bununla birlikte, Libya’nın coğrafi konumu, tıpkı Doğu Avrupa’da olduğu gibi, NATO’nun güney Avrupa’daki üslerinden sadece birkaç dakika mesafede bir direnek noktası olması onun jeostratejik önemini daha da arttırmaktadır.
İşte bu nedenlerden dolayı, önde gelen Rus stratejler, Sovyet lideri Joseph Stalin’i, 1945’teki Potsdam Konferansında, Libya’nın önemini kavramamakla ve de Libya’ya kayıtsız kalmakla eleştirmişlerdir.
22 yıl sonra bir darbe sonucu 1969’da iktidara gelen Muammer Kaddafi, bu başarısızlığın bir kısmını telafi ettiği gibi Sovyet silah sanayinin de en iyi müşterisi olmuştur. Tıpkı Suriye ve Mısır’da olduğu gibi Libya ordusunu eğitmek için yüzlerce Sovyet askeri uzmanının, Libya’ya gelmesinin yolunu açmış, Rus uzmanların milli olması gereken füze sistemleri bilgilerine erişmesine bile izin vermiştir. Sovyet dönemi sonrasında, 2008 yılında Putin Libya’yı ziyaret etmiş, bu ziyaret sonucunda milyarlarca dolar değerinde altyapı sözleşmeleri ile hidrokarbon anlaşmaları imzalamıştır.
Bu ziyaret sırasında Putin, Kaddafi’ye bir jest olarak yaklaşık 5 milyar dolarlık Sovyet dönemi borçlarını da silmiştir.
Putin daha sonra “Çatışmada Kazanan Ata Oynamak” politikası gereği, 2015’ten itibaren gizlice Asi General Hafter’in milislerine yardım ederken, bu durumu kamuoyu önünde açıkça reddetmiştir.
Buna karşılık Hafter, Rusya’ya daha kazançlı anlaşmalar ve Rus şirketleri için daha büyük bir yeniden yapılanma sözü de vermiştir.
Nitekim son zamanlarda Türkiye’nin bölgeye müdahil olmasından sonra UMHSK’nın akılcı ve yerinde operasyonları Asi Hafter milisleri aleyhine geliştikçe, tıpkı Suriye’de Beşar Esad’ı koruduğu gibi Hafter milislerini kesin yenilgiden korumak üzere yoğunlaşmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti sadece UMHSK desteklemekle kalmamakta, aynı zamanda Hafter’in gelecekteki rolünü de sonlandırmayı bir nihai hedef olarak ortaya koymuştur.
İşte bu nedenle RF ile TC arasındaki çatışma bu noktada başlamaktadır. Kremlin, Libya’da güçlü bir Rus mevcudiyeti ile onların değerlendirmelerine göre Türkiye’nin Libya’daki tutkusunu kontrol altında tutmaya yardımcı olabileceği değerlendirilmektedir.
Bütün bu düşünceler ışığında maalesef uluslararasılaştırılan Libya meselesi bir Akdeniz sorununa doğru evrilmiştir. Libya Başbakan Yardımcısı Ahmet Maytik ve Dışişleri Bakanı Muhammed Siyala bu yüzden Moskova’dadır.
Rus Dışişlerinde Rus yetkililer ile bir araya gelmelerinin sebeb-i hikmeti budur. Libya Başbakan Yardımcısı Ahmet Maytik’in RF’nın askeri çözümden ziyade siyasi çözüme dönme isteği karşısında Rus tarafına Hafter milisleri geldikleri yere geri dönmeden siyasi çözüm hakkında konuşmanın mümkün olmayacağını iletmesi alanda güçlü olunduğunu göstermektedir.
Rusya bu nedenle Libya’daki hiçbir askeri adımda taraf olmayacağına dair güvence vermiştir. Onların bütün dertleri Rus vatandaşlarıyla, tutuklu bulunan Wagner mensuplarıyla ilgilidir.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Trablus’ta tutuklu halde bulunan Rusların UMH ile işbirliği için büyük bir engel olduğunu açıklamasının sebebi de bu yüzdendir. O kadar ki, Rus ve Mısır Dışişleri Bakanları arasında bir telefon görüşmesi bile gerçekleştirilmiştir.
Ancak Hafter’in Mısır›a gidişi ve Mısır Savunma Bakanı ile bir araya gelmesi, Libya Başbakanı Serrac’ın Türkiye›ye gelmesi ve Sayın Cumhurbaşkanıyla samimi görüşmeler yapması terazi kefesinin Türkiye lehine döndüğünü de bir göstergesidir.
Bütün bunlardan sonra söylemem odur ki, ABD’nin karargâhı Berlin’de bulunan Afrika Komutanı (AFRICOM) General Stephen Townsend’in, 29 Mayıs tarihli “alarm” başlıklı açıklamasına kulak kabartmak gerekmektedir:
“Suriye’de gördüğüm gibi, Ruslar, Afrika’da da ayak izlerini genişletiyorlar.”
Türkiye Cumhuriyetinin bütün ısrarlı telkinlerine karşın, NATO’ nun ve AB’nin sınırının Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinden geçtiğine inanmayanlar, şimdi şapkayı ya da takkeyi önlerine koyup bir kez daha önemle ve ivedilikle düşünmelidirler, sevgili okurlar.