YENİ ''BALFOUR DEKLARASYONU''
Anımsadınız değil mi? Geçen yüzyılın başlarında Yahudilerin Filistin'i işgal etme yolunu açan “Balfour Deklarasyonu”nu. Anımsamanız lazım, çünkü Siyonist Dünya daha yeni, iki yıl önce bu bildirgenin “Yüzüncü Yılı”nı görkemli törenlerle kutladı. Batı dünyasında özellikle de Yahudi dünyasında yıldönümleri onlu, ellili, yüzlü yılların devir daim günlerine büyük önem atfedilir, ama her şeyden önemlisi bu günlerde mutlaka da hedeflenmiş bir amaç gerçekleştirilir. Yetişip gelirken hemen herkes “Devrim Tarihi” okuduğuna göre bilir, Büyük Britanya’nın Birinci Dünya Savaşındaki Başbakanı “Lloyd George”unu. Adı dillere pelesenk olmuştur. Ailesi İngiltere’ye iltica etmiş, aynı üniversitede yan yana iki odada çalıştığım Jamaikalı bir öğretim üyesi zenci arkadaşım, “Lloyd George”un ismini gururla taşırdı. Anımsadığınız, bildirge de, adını, Lloyd George Hükümetinin Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’dan almaktadır. Efendim, onun Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Baron Walter Rothschild'e 2 Kasım 1917 tarihinde yazdığı mektup, bu nedenle çok önemlidir. Bir mektup deyip geçmeyin, bu mektupta Bakan Balfour, Filistin topraklarında Yahudilere bir "vatan"kurulmasını vaat etmişti. Daha savaş bitmeden Birleşik Krallık Hükümeti, Siyonist harekete Osmanlı sınırları içindeki Filistin’i “Yahudi Vatanı”olarak göstermişti. Bunun için önemlidir. Yahudi Dünyasında binlerce yıldır yaşatılan Siyonizm hedefi tüm dünyada böylece konuşulur, tartışılır hale gelmiştir. Aslında Siyonizm, Yahudilerin Dünya'ya egemen olmasını amaçlayan bir büyük idealdir. Adını Kudüs’teki Sion (Zion)dağından alır. Türkçesi Falih Rıfkı Atay’ın Birinci Dünya Savaşındaki Kudüs’ü ölümsüzleştirdiği “Zeytin Dağı”romanındaki dağ ve yükseltiler silsilesidir. Osmanlı’nın Kudüs’e nedense bir türlü hiç sahip olmadığını yazan Falih Rıfkı, Halep’ten sonra ki yerler için Osmanlı egemenliğini şöyle betimler:
“Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz. “Kamame Kilisesi”nin Hristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz, içerisinin her parçası ve bütün kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir. Onun için “Kamame”nin anahtarı bir hocada durur. Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin… Yalnız jandarma bizim idi, jandarma bile değil, jandarmanın esvabı. Ne dersiniz? Bilmem Falih Rıfkı Atay’a katılır mısınız?
Siyonizm’in fikir babası Theodor Herzl 1897’deki Basel’de yapılan ilk Siyonist kongresinde 1896 ‘da yazdığı kitabını “Yahudi Devleti”(Der Judenstaat) bütün dünyaya haykırmıştı. Herzl, ilk adım olarak, Nil'den Fırat'a kadar olan kendilerine vaat edilmiş topraklar (Arz-ı Mevud) üzerinde devlet kurmayı, dünya üzerine yayılmış tüm Yahudiler için bir ulusal ant olarak betimlemişti. Siyonizmin babası "Halksız vatana, vatansız halkı yerleştirme" hedefi ile yola çıkmıştı. Ne kadar masumane bir yaklaşım, öyle değil mi? Bu fikir etrafında kilitlenmeyi gerçekleştirilmesi gereken büyük bir amaç olarak ortaya koyan Herzl, “Yahudiler efendi olması gereken üstün ırktır. Diğer Milletler ise kendilerine hizmet etmelidir.” ütopyasını kuvveden fiile geçirmesini de unutmamıştı. Tam yirmi yıl sonra, zamanın mega gücü konumundaki güneş batmayan ülke “Pax-Anglo Sakson” Birleşik Krallığın planlarına, Balfour Bildirgesiyle yansıtabilmişti. Şimdi sorarım size, II. Dünya Savaşının bitimiyle “Balfour Deklarasyonu”ndan 31 yıl sonra İsrail devletinin kurulma aşaması İngiltere ve ABD'nin desteği ile Filistin'de gerçekleştirilmedi mi? Evet sevgili okurlar, 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devleti kuruldu ve defactolar, “ben yaptım oldular”la ile bugünkü durumunu elde etti. 1897 yılında Siyonizmin babası "Halksız vatana, vatansız halkı yerleştirme" söylemiyle yapılan kampanyalar, elli yıl sonra “İsrail Devleti” olarak gerçekleşti.
Şimdi gelelim, “Büyük İsrail”projesine. İktidarda kalabilmek adına hemen her şeylerini ortaya koyan Trump ve Netanyahu “Büyük İsrail”projesinin ilk adımı olarak “Yeni Balfour Bildirgesi”nde karar kılmışlardır. Bu meydan okuyuş, tam bir Evanjelist-Yahudi birlikteliğinin güç gösterisidir. Tek taraflı olarak Filistin halkına dayadıkları 80 sayfalık anlaşma tüm dünya ile dalga geçer gibi, “Yüzyılın Anlaşması: Barış içinde, bir arada yaşamak” biçiminde tüm dünya kamuoyuna deklere etmişlerdir.
28 Ocak 2020 tarihinde, İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte Beyaz Sarayda bildirgeyi açıklayan Trump, planın barış içinde yaşayan iki bağımsız devlet hedeflediğini belirtmesi, Filistin’in 1948 kazanımlarını bile bütünüyle ortadan kaldırmıştır. Filistin mücadelesi İsrail defactolarıyla büyük ölçüde yara almıştır. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, maalesef gelinen nokta, Osmanlı Devletine çizilen Sevr’den farklı değildir. Diğer bir ifadeyle Osmanlı’nın Sevr Tutsaklık Antlaşmasının XXI. Yüzyıl versiyonudur. Trump, açıklamasını yaparken “Herkes biliyor, bugüne kadar İsrailliler için çok şey yaptım… Adil olan, şimdi Filistinliler için de çok şey yapmam…” demesi Başkan Truman’ın o ünlü sözünü anımsatmıştır.“Tilki, kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı?” Onun bu sözleri koskoca Filistin halkı topraklarıyla beraber Tilki İsrail’in insafına ve izanına terkedilmiştir. Başka nasıl ifade edilir ki, sevgili okurlar.
Filistin Yönetimi Başkanı Abbas’a da seslenen Trump, “Eğer barış yolunu seçerseniz, ABD ve daha birçok ülke, size her adımda yardım etmeye hazır”havucunu göstermeyi de unutmamıştır. Hani o ünlü uluslararası ilişkiler mantığının alana yansıması “Havuç ve Sopa” (carrot and stick method)politikasını. Bu politika, uluslararası ilişkilerde hegomanik devletlerin kullandığı geçerli olan güç gösterme diplomasisidir. Havuç, güçlü devletin diğeri üzerindeki iradesini veya çıkarını kabul etmesi durumunda lütfedeceği ikramdır. Sopa ise bir devletin diğerinden talep ettiği çıkarlarını yerine getirmediği takdirde elindeki ekonomik, siyasi ve psikolojik baskı araçlarını kullanarak söz konusu devletin yumuşak karnı üzerinden şantaj yapmasıdır, ona zarar vermesidir.
Kurulacak Filistin Devleti için 50 milyar dolarlık yatırımın hazır olduğunu belirten Trump, “Filistin artık yardımlara bağımlı olmayacak, kendi ayakları üzerinde gelişip yükselecek. Filistinliler bu kapasiteye sahip”gazını vermeyi de unutmamıştır. Hepsi bu kadar mı? Yapılan yatırım ve yardımlarla, önümüzdeki yıllarda Filistinliler için bir milyon kişiye iş yaratılacağını belirten Trump, Filistin topraklarındaki fakirlik oranının da yarı yarıya azalacağını iddia etmiştir. Hiç böyle bir şey olabilir mi? ABD’nin en sağlam hususiyetlerinden biri, maliye sisteminin çok sağlam temeller üzerine kurulmuş olmasıdır. Planlama, Programlama ve Bütçeleme Sistemi (Planning, Programing, and Budgeting System) proje bazlıdır, her proje kalemi kongrede hesap vermeyi gerektirir. Bütçe uygulamasından sonra bütçe yılının sonunda Kongrede kesin hesabın ibra edilmesi görüşmeleri iktidarın her yıl kafası üzerinde sallanan adeta bir “Demokles’in Kılıcı”dır. Nereye yazarsan yaz, öyle ABD bütçesinden 50 Milyar dolar hibe almak kolay mı? CIA bütçesi onaylanırken, CIA Başkanlarının Kongrede nasıl hesap verdikleri ortada dururken bunları yapabilmek öyle kolay mı? Bu yüzden ABD’deki istihbarat örgütleri kirli işlerini elde ettikleri kara paralarla icra ederler.
Evet, hemen arkasından da Trump, aba altından sopa değil, doğrudan sopayı Filistin halkına doğru sallayarak bu süreç içerisinde terörün kesinlikle durması gerektiğini belirtmiş ve İsrail'e karşı nefretin, HAMAS' ın faaliyetlerinin ve İslami Cihad'ın sonlandırılması gerektiğini de parmak sallayarak ifade etmiştir. Ne dersiniz, tek taraflı anlaşma planının öne çıkan maddelerine bakalım mı?
- Kudüs bölünmemiş bir şekilde İsrail'in başkenti olacak. Aman dikkat burası önemli. Kudüs bir bütün olarak İsrail’in başkenti. Anlaşma gerçekleşirse iki devletli bir yapı ile Filistin, başkenti Doğu Kudüs'ün bir bölümü olan güya bağımsız bir devlet olarak tanınacak ve sınırları bugünkü mevcut topraklarının iki katı olacak. Silahlı Kuvvetleri olmayan sadece kısıtlı jandarma ve polisi olacak olan güya bağımsız Filistin devletinin ve halkının ellerinde ne kaldı ki? Burası da önemli, vay be! ABD Doğu Kudüs'te ayrıca bir büyükelçilik açacak. Ama Filistin toprakları iki katına çıkacak. Kurulacak Filistin devletinin başkenti Doğu Kudüs'te bulunacak ve ABD burada büyükelçilik açacağının da müjdesini veriyor.
- Hiçbir İsrailli ya da Filistinli yerlerinden edilmeyecek. Laf ola beri gel. Sayın Cumhurbaşkanının Filistin konuşmalarında ve hatta BM’deki yaptığı konuşmadaki kullanmış olduğu kronolojik dört Filistin haritasında belirtmiş olduğu gibi, gelinen son durum gerçekten yürekler acısıdır.
- İsrail, Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin ile birlikte çalışarak Mescid-i Aksa ve Harem-ül Şerif gibi kutsal yerlerin mevcut durumunun korunmasını sağlayacak. Yani demek isteniliyor ki, müteveffa kral Hüseyin’in İngiliz anne Muna’dan doğan çocuğu Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin ile yapılacak bir plan dâhilinde Süleyman Mabedinin inşasına girişilecek.
- Anlaşma planındaki haritada Filistinlilere verilen topraklara 4 yıl boyunca dokunulmayacak. Bu süreçte Filistinliler İsrail ile müzakere edecek ve bağımsız devlet olmak için planda koşulan şartları yerine getirecek. Olacağı söyleniyor ama olma umudu bulunmayan, umutsuz bir bekleyişi anlatmak için bundan güzel bir madde nasıl kaleme alınabilir? Ne diyelim, “Ölme eşeğim ölme”
- Ürdün Vadisi veya diğer adıyla Batı Şeria'nın Ölü Deniz (Lut Gölü)çevresindeki Ağvar bölgesi bugün olduğu gibi İsrail'in elinde kalacak. Bence anlaşma planının en önemli olan hususu bu maddeyle bağıtlanmıştır. Nedeni açık. Golan Tepeleri ve Kudüs açılımından sonra en önemli konu bu maddeyle su yüzüne çıkmıştır. Zaten Trump'ın ardından kürsüye gelen İsrail Başbakanı Netanyahu da planının detaylarına ilişkin konuşarak planı "İsrail için çok büyük ve tarihi bir kazanım"şeklinde nitelendirmesi de bu yüzdendir. Netanyahu, plan kapsamında Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerinin İsrail toprağı olarak tanınacağını açıkladıktan sonra, üzerine basa basa vurgulayarak, Trump'ın planına göre İsrail'in, Ürdün Vadisi üzerindeki hakimiyetini sürdüreceğini de ifade etmiştir.
Şimdi bütün bunlardan sonra, size ben bir soru sorayım. İsrail, iktidara kim gelirse gelsin, Balfour Deklarasyonundan bu yana edindiği kazanımlardan ve de her şeyden önemlisi alışkanlıklardan vaz geçer mi, vaz geçebilir mi? Vaz geçmez. Suetonius boşuna mı söylemiş, “Tilki derisinden vazgeçer de, alışkanlıklarından vazgeçmez.” Diye…
Bütün bunlardan sonra söyleyelim, uzun lafın kısası 28 Ocak 2020 tarihinde Yüzyılın Planı diye açıklanan plan, “Yeni Balfour Deklarasyonu”dur ve bu bildirge “Büyük İsrail”e giden yolun bir planlama rehberidir. Peki ne yapalım, bu planı Türkiye’nin karşısındaki Arap İttifakı gibi biz de onaylayalım mı? AB(D) ve İsrail tarafından Suriye’ye, Lübnan’a, Filistin’e ve Ürdün’e yapılan toprak istilasına yönelik meydan okumalar, ses yükseltilmezse sıranın bize de gelebileceği uyarısını yapmaktadır. Osmanlı Devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti “Beni sokmayan yılan bin yaşasın”lüksünü sahip değildir, sevgili okurlar.